Ordu’da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu’nun da katıldığı “fındıkta adalet yürüyüşü” yapıldı. Fındıkçılar yıllardır mağdurlar alım fiyatlarının düşük olması nedeniyle. Fakat fındıkçılara da söylenecek bir sözüm var: yıllar önce temmuz ayında yapılan genel seçimlerde fındık üreticileri daha önce düşük fiyattan şikâyet ederken haziran ayında ve birden çok fiyat verdi diye oylarını AKP’ye vermişlerdi. Sonra ne oldu da hâlâ düşük fiyatlar enflasyona rağmen yerinde sayıyor.
Basından izlediğim tarım ürünlerinden bazılarının fiyat görüntüleri şöyle:
Fındıkta parayı aracılar kazanıyor. Fındık üreticilerinden 9-10 liraya aldıkları bir kilo fındığı, perakendeciden tüketiciye 23 liradan satıyorlar. Kavrulmuş fındık ise 60-70 liraya alınıp yenebiliyor.
Üzümcüler de şikâyetçi olmuşlar. Bakan Ahmet Eşref Fakıbaba kuru üzüm fiyatını 4 lira olarak açıklamış. Bunun üzerine bu fiyata tepki gösteren ÜZÜM-SEN, üzüm üreticilerine “Emeğinizin karşılığı olarak üzüm suyu için dediler” dedi. Hâlbuki kuru üzümün ortalama tarla maliyeti 7,84 lira.
Önemli not: Ben bakkaldan nohudun kilosunu 16 liraya aldım.
Manisalı salçalık domates üreticileri de isyan etmiş. Fiyatlar 18 kuruşa kadar düşünce domatesleri toplamama kararı almışlar, kışın marulların toplanmadığı ve ineklere verildiği gibi!
Tabii bunlar örnekler, ama tüm tarım sektörünün durumu içler acısı; para sahipleri işçiyi de, köylüyü de, diğer üreticileri de, tüketicileri de ezip geçiyorlar… Bu sonuç bir kader değil. Kaderi oy verilen hükümetler ve onları yöneten yerli ve yabancı sermaye belirliyor. Ellerinde basın, yasama, yürütme ve yargı güçleri ile topları, tüfekleri var… Fakir ve fukaranın ise emeğinden başka bir şeyi yok.
Üreticilerin ve tüketicilerin sorununun nasıl çözüleceğini aslında tüm toplum biliyor da; ya görmezlikten geliyor, ya da sıkıntıya girmek istemiyor veya önce kendine sonra topluma güvenmiyor. Peki, bu atalet ve teslimiyet nereye kadar sürecek? Bugün bizim, yarın çocuklarımızın ve torunlarımızın sağlıklı geleceği nasıl kurulacak? Bir yerden başlamak gerekir. Sorunlar, mağlubiyetler yaşadıksa da bunu tecrübeye saymalı, yapılan hataları bir daha yapmamak üzere yeniden yola çıkmalıyız.
Bunun için önerim, 1970’lerdeki kooperatifçiliği yeniden canlandırmaktır. O günler bu konuda zorlanmış olsak ta bugün bu kurumları çok kolay işletebilir ve geliştirebiliriz.
Bu görevi siyasal partiler, dernekler ve diğer sivil toplum örgütleri üstlenip yerine getirebilirler.
Kurulması gereken üretim kooperatifleri köylere, tüketim kooperatifleri de tüm mahallelere kurulabilir.
Tam bu konuyu işlerken 25 Eylül 2017 Pazartesi günlü BİRGÜN Gazetesi’nin son sayfasında “Enerji Kooperatifi için son aşamaya gelindi” başlıklı yazıyı okudum. “Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği tarafından yürütülen ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nca desteklenen “Birlikte Yeşil Enerjiye” projesi kapsamında, proje ortağı Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı olan Küçükkuyu Belediyesi’nin ev sahipliğinde “Enerji Kooperatifleri Çalıştayı” Küçükkuyu’da düzenlendi” diye başlıyordu haber. Anlayacağımız, kooperatifleşme enerji üretimine kadar girmişti ve kurulan kooperatiflerin konusu “rüzgâr enerjisi” idi.
Sadece yürüyüşle, mitingle, toplantı yapmakla ilerleme olmuyor. Örgütlenmek gerek, sahiplenmek gerek, çalışmak gerek..
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
