Zonguldak Demokrasi Platformu’nun her yıl düzenlediği Sivas katliamını anma etkinliği 8 Temmuz Cumartesi günü Zonguldak Maden Mühendisleri Lokalinde yapıldı.  Söyleşinin açılış konuşmasını ZOKEV başkanı Kürşat Coşgun yaptı. 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamından yaralı kurtulan şair, yazar Zerrin Taşpınar o gün yaşadıklarını anlattığı söyleşi sonrasında kitaplarını imzaladı.

Coşgun:    Katliamları Unutturmamalıyız.

 2 Temmuz 1993 günü Madımak cehenneminin içinden tesadüfen sağ olarak kurtulan Zerrin Taşpınar o gün ve daha sonraki günlerde mahkemelerdeki anılarını sizlerle paylaşacak. Bugünkü yaşadığımız siyasi atmosferin arkasında Maraş, Çorum, Sivas, Ankara, İstanbul, Suruç katliamları var.  Bu katliamları unuttuğumuz sürece daha uğursuz günleri besleriz.  Bu tür cehennemleri bir daha yaşamamak için o günün yaşanmışlıklarını unutmamamız gerekiyor, dedi     

 Zerrin Taşpınar:   Parke Taşları Bize Atılmaları için Otelin Önüne yığılmıştı

 Kendimi hiçbir zaman yangın yerinden kurtulmuş gibi hissetmedim.   Şair Cahit Külebi, eşini yeni kaybettiği için yazar Sami Karaören iile birlikte ona eşlik ettik. Karayolları müdürü Külebi’nin öğrencisi olduğu için karayolları misafirhanesinde kaldık.  Daha sonra şehri gezmeye çıktığımızda şehri çok güzel ve temiz bulduk.  Oradan Madımak Oteli’ne geçtik. Parke taşları otelin önünde gelişi güzel serpilmişti.  Otelin önünde yol çalışması yapılmış gibi görüntü vardı.   Taşların bize atılmak için oraya yığıldıkların yangın sonrasında anlayacaktım.  Ertesi günü Aziz Nesin konuşmuştu. Konuşmasında oradaki alevi topluluğunu tek sesli bağlamadan çok sesli müziğe geçmedikleri için eleştirmişti.

Şeytan Aziz’e Ölüm, Diye Bağırıyorlardı

Aziz Nesin onur konuğuydu ve dinleyiciler ona karşı son derece saygılıydı. Salona girdiği andan yerine oturacağı ana kadar ayakta alkışlıyorlardı.   Fırsat bulunca Kulebi ile birlikte onun öğretmenlik yaptığı okula gittik.   Sokakta sakallı birinin “kâfirler”   diye bağırdığını gördüm.  Adamın kim olduğunu sorunca onun meczup biri olduğunu söylediler. Otele döndüğümüzde herkesin moralinin bozuk olduğunu gördüm. Sokakta dağıtılan bildirilerde Aziz Nesin’in söylemediği şeyler yazılıydı.  Bizim Sivas adlı gazetede Azizi Nesin’in Müslüman mahallesinde salyangoz sattığından bahsediliyordu.   Yanımıza gelen iki öğretmenin anlatımına göre;  bir haftadır mahallelerde kapı kapı gezip o kâfiri dinlemeye giderseniz siz de gâvur olursunuz, diye söylemişler.  O gün öğle yemeğine gitmiştik.  Cuma namazı sonrasında camiden çıkıp “ Şeytan Aziz’e ölüm” diye bağırmaya başladılar.  Niçin böyle bağırıyorlar? Diye sorduğumda; ‘bunlar her cuma namazı sonrası bağırır, çağırır sonra giderler,’ dediler.    

Otele Gidene Kadar Nefeslerini Ensemde Hissettim

Bir kaçı ile göz göze geldiğimde benim tanıklığım orada başladı.  Arabaya binip Kültür Merkezi’ne gitmek istedik ama polis, merkezin emniyetli olmaması nedeniyle bize izin vermedi.  Kültür Merkezi’ne saldırmışlar ama geri püskürtülmüşlerdi.  Otele geri döndük.  Otelde iki polis vardı. Biri  sert bakışlı ve asabi ;   diğeri daha yumuşak bakışlı ve endişeliydi. Kulebi’yi götürmek için otelden dışarı çıktık. Aşağıda Kültür Merkezinden sesler geliyordu. Çok kalabalık olduklarını ilk kez orada gördüm.  O zaman Karaören’e siz Külebi ile birlikte gidin, ben arkadaşlarımla birlikte kalacağım, dedim.  5-6 bin kişi valiliğin önünde slogan atıyordu.   Otele geri yöneldiğimde karşıdan gelen beş kişiden biri; ‘bu da onlardan biri’, diyerek arkadaşına  beni gösterdi.  Otele gidene kadar nefeslerini ensemde hissettim.  Hepimizi korkutup dövebilirlerdi.  Bizim hiç birimize dokunmadılar.   Otelde polis sizi koruyacak dediler.

Devlet ve Hükümet Olmak Farklı Şeylerdi

 Otelin giriş kabinindeki telefonla herkes yakınlarını arayıp iletişim kurmaya çalışıyordu. Arif Sağ da yanımızda birilerini arayıp durumun korkunçluğunu bildirmeye çalışıyor.  Konuştuğu bürokratlar, bakanlar, bütün tedbirleri aldık demişler.  Devletle hükümet olmanın farkını orada anladım.   Dışarıdan atılan taşlarla otel lobisinin camları kırılınca üst katlara çıktık.  Pir Sultan derneğinden yanımızda arkadaşlarımız vardı.   Karşı tarafta binaların üst katlarındaki avukatlık ofislerinden, terzi atölyelerinden taşlar yağmaya başladı.  O taşları oraya daha önceden çıkartmışlardı.     Atılan taşlardan odalarda duramayınca koridorlara doluştuk.  Lütfi Kaleli yanıma gelerek, ‘Zerrin, buradaki kişilerin adını ve nereli olduklarını bir liste halinde tek tek yaz; bunlar kan dökmeden durmazlar’, dediğinde ona kızmıştım.    Kaleli’nin dediğini yapıp kâğıtları gardolapların arkasına sakladım.  Yangın merdiveni bizi yakmaya çalışan kalabalığın ortasına indiriyordu. Çıkış yolu bulamayınca masaların bacaklarını kırıp kendimize ait tedbirler almaya başladık.   Kimimizin elinde fırça sapları vardı. Yanımdaki kadınlardan ikisinin elinde de yemek çatallarını görünce dayanamayıp ne işe yarayacaklarını sordum.  ‘Ölümüme engel olamasam da katilimin yüzünü çizip iz bırakırız’ dediler.     Dışarıdaki kalabalık sık sık kapıya dayanıyordu ama onları geri püskürtüyorduk.  ‘Birimize bir şey olursa ne yaparız Metin,’  dediklerinde;  Metin Altınok; ‘‘kalanlar gidenler için şiir yazsın,’ dedi.

Sivas’ta Terk Edildiğimiz Orada Anladım

Onların arasında bir tek ben sağ kaldım.  Kapının önünde arabalar tutuşmaya başlayınca, Asım Bezirci beni yanına çağırarak; kendisine sıkıca sarılmamı ve bütün bu olayları yazmama dair benden söz istedi.   Bana veda ettiğini sonradan anlayabildim.  Başıma bir şey gelmemesi için beni yanlarından uzaklaştırdı.  Nesimi Çimen sandalyede oturuyordu.  Belinin çok ağrıdığından bahsetti.  ‘Söyle bir yatağa uzansan başka bir şey istemiyorum,’ dedi.   Odanın birinde televizyon bulduk.  Haberlerde, Sivas’ta bir otelde olay çıktığını ve olayın güvenlik güçlerince bastırıldığı söyleniyordu.  Yalan haberlere kızıyorduk ama bir taraftan da olayın büyüklüğünden çocuklarımızın haberi olmadığına seviniyorduk.  Sivas’ta terk edildiğimizi orada anladık.

Bir Tarafım Burada Kalıp Ölmelisin Diyordu

  Kalabalığı yarıp el ele dışarı çıkmak istedik ama dışarıdan yüzümüze çarpan sıcaklığı hissedince vazgeçip yukarı çıktık. O arada bir dağılma oldu.  Ben 1. Katta kaldım. Bir tarafım burada kalıp ölmelisin diyordu; ama diğer tarafım, annelik ve babalık yaptığım, geride bıraktığım üç çocukta kalıyordu.   Nefes almada zorluk çekerken bir ara temiz bir hava geldiğini hissettim. Bir yerde cam kırılmış ve oradan temiz hava geliyordu.   Yanımızda polis Memed  ile birlikte BBP binasına geçtik.  Bizi içeri almak istemeseler de zorla içeri girip kapıyı içerden kilitledik. Arada sırada biri gelip; burada sizin aranızda polis, jandarma var mı, diye soruyordu.   Asık suratlı polis aramızdan gittiğinde BBP de 30-35 kişiydik.  Daha sonra polis Memedi dövüp perişan ettiler.  Polis Memed’in ısrarıyla gelen minibüse emekleyerek binip oradan uzaklaştık.  Emniyete ilk gittiğimizde asık suratlı polis memuru Memed’e, ‘bunları niçin buraya getirdin,’ diye çıkışıyor.    Daha sonra elinde bir keleşle geliyor bizim polis Memed.  Dışarıdaki kalabalık bizim olduğumuz emniyet müdürlüğü binasını ablukaya alıyor.  Polis  Memed ; ben sizi mermilerim bitene kadar savunacağım; ancak son kurşunu kendime ayıracağım, diyor.

Dönemin Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ı Bizimle Konuşturmadılar

Yeni kurulmuş hükümetin Adalet Bakanı Seyfi Oktay anneme abla diye seslenecek kadar ailemize yakındır.  Annem Seyfi Oktay’a; ‘benim kızım da orada, ’ diye telefon ediyor.  Gerici bir kalkışma olmuş ama insanları kurtarmışlar, diyor adalet bakanı anneme. Dedim ya; devlet olmak başka, hükümet olmak başka…  Adalet bakanı Sivas Emniyet Müdürlüğünü arıyor ama benimle konuşamıyor.     O arada herkesten topladığımız jetonlarla Ankara’daki tanıdıkları arayıp Ankara’yı örgütlemelerini söyledik.  Sivil toplum örgütlerine haber verin, burada sahipsiz kalmayalım, dedik

 Size Güvenip Buraya Geldik…

Daha sonra Behçet’in öldüğünü öğrendik.  Behçet’in ön adının Sefa olmadığını iddia edip onun ölmediğine inanmak istedim.  Sonra sıkıyönetim ilan edildi.  Ölenlerimizden haber almaya başladık.  Her gördüğümüz sağ kalan arkadaşlarımızın boynuna sarılıp ağlıyorduk.  Ertesi günün sabahı emniyetteki polisler değişmiş, itibarımız artmıştı. Başbakan Yardımcısı İnönü,  Genel Kurmay Başkanı ile birlikte geliyor, dediler.   O gece hazırladığımız bildiride olayları gerçek boyutu ile anlatmaya çalıştık.  Erdal Bey’in yanına gidip;  ‘Siz hükümet olduğunuz için size güvenip buraya geldik, olayların çarpıtılmasına izin vermeyin,” dedim.  ‘Haklısın,’ dedi. Karayolları misafirhanesine giderken Fikri Sağlar’ı gördüm.  ‘Kültür Bakanlığı çerçevesinde yapılan etkinlikte bizi yalnız bırakmayın,’ dedim.  Bir uçağın bizi alıp Ankara’ya geri götüreceğini söylediklerinde yaralı arkadaşlarımızı almadan gitmeyeceğimi söyledim. Ölen arkadaşlarımızın bavullarının kimlere ait olduklarını sordular. İnanın hiç görmediğimiz halde o bavulların kimlere ait olduğun söyleyebiliyorduk.   O bavulları sevdik, okşadık, geride kalanlara teslim ettik.

Tavra Deresi Aktığı Topraklara Özgürlük Getirecekti

 Havaalanından havalandığımızda aşağıda dönenen, adı Tavra olan kupkuru bir dere yatağı gördüm. Tavra, Arapça özgürlük anlamına geliyormuş.  Oradan akan su tüm Sivas’ın su ihtiyacını karşılarmış.  Zamanla yer altına çekilmiş.  O dereden etkilenip Tavra adında bir şiir kitabı yazdım.  Su yer üstünde özgürce akacak ve geçtiği tüm topraklara hayat verecekti.

 Cumhuriyet Burada Kuruldu Burada Yıkılacak

Aradan zaman geçince mahkemeyi Ankara’ya aldırdık.  Sivas’ta; Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak demişlerdi.  Katilleri örgütlü adam öldürmekten değil; adam öldürmek, izinsiz gösteri yapmak gibi sudan bahanelerle yargılıyorlardı. Mahkeme salonlarında her türlü hakaret ve küfürlere maruz kaldık.  Sivas’tan sonra yaşamamamın bir anlamı olmadığını, artık ölmem gerektiğini düşündüm.  Keşke gençlerden biri yaşasaydı da ben ölseydim, diyordum; ama çocuklarını orada kaybeden aileler beni yalnız bırakmayıp yaşama tutunmamı sağladılar.

AKP yi İktidara Taşımak İçin İnsanları Yaktılar  

Madımak yangınından geriye kalanlarımız gittikçe azalıyor. 30 yıldır her 2 Temmuz gününde kenarda biriktirmiş olduğum anılarımı derleyip kitap haline getirdim.   Sivas ile ilgili her mahkemeye,  etkinliklere gittim; ama Sivas’a hiç gidemedim.  Bugün geriye doğru baktığımızda AKP gibi gerici bir hükümetin iktidara getirmek için insanları yakıp, patlatıp, yok ederek yolları temizlediler.  Daha demokratik, daha özgür kitleleri şehirlerden göç ettirmek için bu tür oyunlara başvurdular.   Bizim Sivas’ta olacağımız gün Hicret Koşusu adı altında etkinlik düzenlemişler.  Biz gelmeden şehirdeki bütün otelleri Hiçret Koşuşu için gelenlerle doldurmuşlar.  Olay akşamı bizi şehirden çıkartmadılar ama onların hepsinin şehirden çıkmasına yardımcın olmuşlar.  O günkü yalan demeçlerle dolu bildirileri kim basmıştı.  Mahkemeler bunu bile sorgulamadı; ama bir ilkokul çocuğuna sorsanız, önce bunu açıklamaya çalışırdı.  Eski valinin yerine gelen valinin ilk işi, olayları n büyümesine neden olan haberleri yayınlayan Bizim Sivas adlı gerici gazeteyi kutlamak oldu.  Sivas’taki kamu işletmesi olan kaplıcaları 49 yıllığına Bizim Sivas gazetesinin sahibine vererek onu ödüllendirdi.  Sivas olayları ile bizim gibi insanlara büyük bir ders verip iktidar yolunu temizleyip iktidar oldular.  Beni en fazla üzen o gerici güruhun bizi yönetmesidir.


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.