Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve siyasal sorunları aşabilmesinin yolları konusunda fikir üretmenin zamanı gelmedi mi?
Çağdaş bir ülkede ekonomi bu denli dibe vuracak, enflasyon ve hayat pahalılığı tavan yapacak, ülkenin neredeyse yarısı açlık sınırının altında yaşama tutunmaya çalışacak, halkın hukuk sistemine güveni kalmadığı için herkes kendi adaletini arayacak ve o ülkeyi yöneten iktidar görevine devam edecek, ne mümkün!
Peki aynı sorunları dibine kadar yaşayan Türkiye’de ülkeyi yönetemez duruma gelmiş bir iktidar hala niye iktidarda kalır?
Niye toplumun yarısı bu iktidara oy verir?
Kolaycı çözüm arayanlar için sorunun yanıtı çok basit.
Halkımız cahil ve iktidar halkın cehaletini kullanıyor!….
Böylesine toptancı bir yaklaşım ne yazık ki tüm muhalefet partilerinde ve hatta demokratik kuruluşlarda hakim görüş haline gelmiş.
Kuşkusuz cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren cumhuriyet değerlerine, laik yaşam tarzına, barışa ve demokrasiye karşı güçler halkın eğitimsiz kalması için çaba göstermiş, alternatif dini örgütlenmelere yol açmıştır.
Ancak bu toplumsal gerçekliğe rağmen kimi dönemlerde dünyadaki değişim ve dönüşümlerinde etkisiyle ülkemizde sol ve devrimci güçler çok ağır bedeller ödeyerek bu karanlık güçlere karşı direnme başarısını göstermişlerdir.
Toplumun çoğunluğunu bu mücadelenin içine çekme konusunda fikir ayrılıkları ve örgütsel kırılmalar yaşansa da verilen mücadeleler sonucunda en azından bir deney birikimi oluştu.
Oysa şimdinin yaşlı kuşağı sayılan 12 Mart ve 12 Eylülü yaşamış devrimcilerin ne yazık ki yararlanabilecekleri, örnek alacakları böyle bir deney birikimi yoktu.
Dünyada yaşanan demokratik reformların ülkemizde yarattığı devrimci kabarmayı toplumsal bir muhalefete dönüştürme şansını kullanamadık.
Öyle olunca da her on yılda bir ülkemizde egemen güçler demokrasi ve barış yanlılarını etkisiz hale getirdikleri gibi tüm örgütlü yapıları darmadağın ettiler.
Bugün geldiğimiz noktada iktidarın tüm devlet olanaklarını, anayasayı yok sayarak tek adam yönetimi lehine kullanmasına, her türlü seçim hilelerine, baskı ve kumpaslara karşın ülke nüfusunun en az yarısı Cumhur ittifakına oy vermemiştir.
Ekonomik olarak dışa bağımlılığın her geçen gün daha da arttığı, basının görev yapamaz hale geldiği, baskı ve şiddetin olağan hale geldiği, hukuksuz gözaltı ve tutuklamalarla hak ihlallerinin artarak sürdüğü ülkemizde bu olağandışı yönetimin daha fazla devam etmesinin koşulları kalmamıştır. Ancak asıl önemli soru da burada kendisini dayatıyor?
Peki! kim ya da kimler yönetecek?
Tüm yaşanan olumsuzlukların bir sistem sorunu olduğu gerçeğini görmezden gelir ve çözümü kişilerde ararsak daha çok sorarız bu soruları.
Dikkat ederseniz eskiden ülkeyi yöneten bir AK Parti iktidarı vardı.
Ama şimdi varsa yoksa Erdoğan.
Tek adam yönetimi pervasızca gücünü yoksul ve örgütsüz halk üzerinde kullanmayı sürdürünce muhalefet de geçmişte olduğu gibi yine iktidara öykünmeye başladı.
Nasıl gücü ele geçiren Cumhurbaşkanı her istediğini yapar duruma geldiyse muhalefet partilerinin liderleri de aynı ve benzer yöntemlerle kendi egemenlik alanları içerisinde demokratik olmayan yol ve yöntemlerle kendi iktidarlarını sürdürmeye çalışıyorlar.
Ülkenin tüm zenginlik kaynaklarını sermaye lehine kullanan iktidara dur diyebilmenin yolu, bu durumdan olumsuz etkilenen tüm halk yığınlarını siyasi parti ayırımı gözetmeden bir demokratik güç birliği platformunda bir araya getirmekten geçiyor.
Bunun adı ne olursa olsun, yeni yaratıcı politikalar ve eylemlerle her geçen gün biraz daha yoksullaşan, yalnızlaşan ve kendisini çaresiz hisseden kitlelerin bu platformda asgari talep ve çıkarlar doğrultusunda mücadeleye katılması gerekiyor.
Kendi meslektaşları bir milletvekili anayasa hükmüne rağmen hala cezaevinde tutulurken kalıcı ve ses getirici bir eylem gerçekleştiremeyen, halkı daha çok açlığa mahkum edecek zamlarla ilgili gündem görüşüldüğü zaman bile meclise gitmeyen vekillerle,
Akbelen ormanları enerji baronları tarafından yok edilmeye çalışılırken, ayıp olmasın diye göstermelik ziyaretlerle sözüm ona muhalefet yapan siyasilerle,
Üç kuruşluk çıkar uğruna kendi köylüsüne ihanet eden muhtarlar ve patronların ellerine verdikleri basın açıklamalarıyla vicdan sömürüsü yapan sarı sendikacılarla bu mücadele sürdürülemez.
Deprem bölgesinde insanlar içecek su, kalacak çadır bulamazken; yöre halkının kime oy verdiğini sorgulama gafletine düşen, başarısız olduğu hiçbir konuda özeleştiri vermeyen siyasi parti yöneticileriyle bu ülkede hak savunuculuğu yapılamaz.
Şu günlerde muhalefet partilerinde halkın gazını almak için göstermelik delege seçimleri, kongreler, kurultaylar yapılıyor.
Seç beni, seçeyim seni anlayışıyla sözüm ona parti içi demokrasiyi hayata geçireceklermiş.
Oysa Hatay halkı hem acil ihtiyaçlarının karşılanması hem de kendi özgür iradeleriyle seçtikleri vekillerinin mecliste yer alması için samimi, sonuç alıcı bir muhalefet istiyor.
Gerektiğinde 5-10 değil 200 vekilin aynı anda Hatay’da, Akbelen’de , nerede hak ihlali varsa orada yoksul ve yalnız bırakılmış halkın yanında olmasını istiyor.
Yani demem o ki, sistemden beslenenlerle sistem değiştirilemez.

sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
