“Bıçağın kemiğe dayandığını!.. Sezinlediğim bu işte. Bilirsin, kavgaya tutuşmadan önce olur ya hani, hani ta burasına gelir insanın, kıyametler kopar içinde, tepeden tırnağa kasıp kavuran, hasta eden bir duygu gelir çöreklenir adamın üstüne. İşte benim sezinlediğim de böyle bir şey.”

John Steinbeck, Bitmeyen Kavga

Akbelen’e dışarıdan bakanların ilk gördüğü,güvenlik! Bir toma, tomanın yanında ve yakın çevresinde on kadar jandarma/polis aracı. Bir düzine resmi ve sivil giyimli güvenlikçi. Saldırı günlerinde bu sayının üçe beşe katladığını da buraya ek bilgi olarak düşelim. Güvenlik, bir avuç direnişçiden kurtardığı alanı da portatif bariyerlerle çevirerek güvenlik çemberine almış. Kısaca, güvenlik, sermayenin bölgede resmi kanallardan elde ettiği çıkarları korumak için gözlerini kapamış, vazifesini yapmakta.

Akbelen’e içeriden bakanların ilk gördüğü, yaşam alanının savunusu. Sabah başlayan, rüzgârın coşkuyla iplerini gevşettiği/kopardığı pankartların sağlamlaştırılması, çevre temizliği ve düzenlemesi vb. rutin işler ve gün içine yayılmışatölye türü etkinlikler.

Akbelen’deki gelişmeleri yakından takip edenlerin bildiği üzere, 12 Eylül (2023) saldırısından önceki büyük ağaç kıyımı 24 Temmuz’da, yine çevrecilere yönelik saldırılar eşliğinde gerçekleşmiş, bu saldırıda sekiz kişi gözaltına alınmış, dört kişi de yaralanmıştı. Akbelenlilerin çevrecilerle birlikte linyit/termik sermayesinden korumaya çalıştığı yaşam alanı büyük oranda tahrip olmuş, zeytinlikler ve direniş çadırlarının daraltılmış alanında korunan çamlar dışında kalanlar kurban edilmişti.

Yapılan bir atölye çalışmasında konu; direnişe katılanlar ve/veya destek verenler, bu ağaç kıyımı sonrasında kendilerini nasıl hissediyordu?Daha iyi hissetmeleri için neler yapılabilirdi? Bu çalışmada, omuz omuza vererek birbirini iyileştirmenin yolları konuşuldu.  Konuşanların ortak biradı vardı: Akbelen. Çünkü onlar oraya, çevre mücadelesine, birer ağaç olarak gelmiş, orada ormana dönüşmüşlerdi; orman içinde ormana.  

Bir Akbelen’in anlattığına göre; eğer mücadelenin başladığı Temmuz 2019 tarihini başlangıç kabul edecek olursak, dört yıllık süreç içinde gerek arazide gerekse de ev baskınlarında çocuklar derin travmalar yaşamıştı. Ailelerinin yerlerde sürüklenişine ve darp sonucu vücutlarında oluşan yaralara/morluklaratanık olmuşlardı. Kendileri mücadelenin gereklerini göze almışlar, sonuçlarına gururla katlanmışlar, ancak gözyaşları eşliğinde anlattıklarına göre,  çocuklarının yaşadıklarını bir türlü kabullenemiyorlardı. Bu süreçte maruz kaldıkları güvenlik saldırılarında, çocuklarla bazı Akbelenliler copla, biber gazıyla, tazyikli suyla da tanışmıştı.

Mücadelenin sembollerinden olan bir Akbelen ise, Anayasanın 56. maddesine sürekli vurgu yapıyor, bölgede nasıl bir anayasa suçu işlendiğini dile getiriyordu. Maddenin bir bölümü şöyledir: “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir.”

Diğer bir Akbelen de durumu kendi gözünden şöyle resmediyordu: Güvenliğin büyük bir kahramanlıkla(!) ele geçirip sonra da kesilmesini izlediği, direniş çadırlarına komşuküçük tepedeki çamlaryeniden sürgün vermişti. İşte bu durum, kendisini iyi hissetmesini sağladığı gibi, Akbelenlerin mücadele haklılığını haykırarak aynı zamanda motivasyonu da sağlıyordu. 

Gövdesi kesilen ağaçların köklerinden verdiği sürgünlerin, her şeye karşın orada olduklarını, kesenlerin gözüne sokarcasına ilan etmesinin anlamı, doğayı okuyanlar açısından derindir.

Akbelen’deki sorunun kaynağı da devletin, yukarıda anılan anayasa maddesinin gereğini yerine getirmediği gibi, yerine getirmek isteyen vatandaşları şiddet yoluyla engellemesidir.

Şimdi, girişteki alıntının kaynağıolan Steinbeck’in Bitmeyen Kavga’sınageri dönelim. Bu eserden aklımda kalanları anlatmaya kalkışsam, birkaç paragrafı geçmezherhalde. Örneğin, liman grevlerinde bilinçlenen işçilerin, bu bilinçlerini elma bahçelerindeki mücadeleye taşıyarak oradaki grevin oluşumuna sağladıkları katkı.

Her mücadele kendi deneyimini, dolayısıyla da kendi birikimini oluşturuyor. Bu birikim mücadelenin farklı alanlarında yeniden yeniden yeşererek değerleniyor.Mücadele edenler gerçek anlamda yenilmiyor; deyim yerindeyse, kendi küllerinden yeniden doğuyor. Akbelen’e dayanışmaya gelenlerden bazıları da çevre mücadelesinin değişik alanlarındaedindikleri deneyimlerle gelmişti:Fırtına Vadisi’nde, Eşkenci Deresi Vadisi’nde, Kaz Dağları’nda, Gezi Parkı’nda…

Akbelen bu deneyimlerin paylaşıldığı, bunlardan yeni mücadele olanaklarının yaratıldığı bir yer. İklim krizi, insan dahil bütün doğanın aşırı sömürüsünün bir ürünüdür. Bu yanıyla bakıldığında, çevre mücadelesi, emeğin sermayeye karşı verdiği mücadelenin bileşenidir. Çünkü bu mücadelenin bir yanında doğal yaşam alan(lar)ına sahip çıkan daha çok emekçi sınıfların insanları varsa, diğer yanında da doğayı kâr uğruna yok etmekte sakınca görmeyen sermaye sınıfı insanları vardır.

Uzun vadede değişmesi beklenmeyen bu gerçeklik ya da diğer adıyla bitmeyen kavga,çevre için verilen mücadelelerin/direnişlerin eş güdümlü bir biçimde çoğalmasını zorunlu kılıyor.

Akbelen savunması, Milas’ın ya da Türkiye’nin değil, insanlığın Akbelen’indeki ormanlara sahip çıkmadır.


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.