
Susma Farklı fikirlerin yan yana geldiği aynı zamanda bir tartışma platformudur. Bu amaçla 1924 – 2024. Lenin’in Ölümsüzlüğünün 100. Yılı nedeniyle yayınlanmış üç değerlendirmeyi sunuyoruz. Umarız üç farklı değerlendirme Marksistlerin tartışma zenginliğine katkı sağlar
1-) (Komünist Barış Komünisttiçeskiy Mir örgütünün anma yazısının Türkçesi:)
Marksizmin parlak teorisyeni, emekçi halkın kurtuluşu için büyük bir savaşçı, bir devrimci, Bolşevik Parti’nin kurucusu, Büyük Ekim Sosyalist Devriminin ilham kaynağı ve örgütleyicisi ve dünyanın ilk sosyalist devleti SSCB’nin lideri Vladimir İlyiç Lenin, 100 yıl önce, 21 Ocak 1924’te vefat etti. Kader, Vladimir İlyiç’e yalnızca 54 yıldan az bir ömür verdi: yapacak çok az şey vardı ve yapmayı başardığı çok şey vardı. Lenin, yalnızca sosyal açıdan adil yeni bir toplum hayal etmenin, yalnızca eski sömürücü dünyaya karşı kazanılan zafer modelini bilimsel olarak kanıtlamanın değil, aynı zamanda bunu gerçek hayatta uygulamanın da mümkün olduğunu kanıtlayan ilk kişiydi. Lenin ve Bolşevik Parti tarafından gerçekleştirilen sosyalist devrim ve dünyanın ilk işçi ve köylü devletinin yaratılması, insanlığın sömürücülerin ve sömürülenlerin olmadığı bir toplum inşa etme yönündeki en büyük atılımı oldu; milyonlarca işçinin, bu devrimin mümkün olduğuna inandığı bir örnek oldu. dünyada daha iyi bir yaşam ve bunun için mücadele etme ihtiyacı.
Bugün V.I. Lenin daha önce hiç olmadığı kadar canlı ve güncel. Adil ve özgür bir yaşam, sosyalizm hayali, sermayenin baskısı yeryüzünde kaldıkça sönemez. Leninizm yaşıyor, Lenin’in komünist partisi yaşıyor, Lenin’in davası yaşıyor ve yüzyıllarca yaşayacak! #Lenin’in Ölümsüzlüğünün 100 Yılı
**********************************************************************************************
1924 – 2024. Lenin’in Ölümsüzlüğünün 100. Yılı
2-) Yusuf Zamir/ Cahiliye kuruntusu
İkinci Enternasyonal’in zihinsel ufku, bağrında doğduğu Almanya ile sınırlıydı. O zamanki Almanya, geç kalmışlığın telâşıyla dünya pazarında kendine yer açmaya çalışıyordu. Almanya, sermaye yetersizliğini acilen telâfi etmek için ekonomisini hoyratça merkezileştirmekteydi. İkinci Enternasyonal, baktığı Almanya penceresinin gösterdiği manzaradan hareketle şöyle bir analiz geliştirdi:
Üretici güçler, bireysel kapitalist mülkiyet elbisesine sığmayacak kadar büyüyünce bireysel kapitalist mülkiyetle çatışmaya girer. Bu çatışmaya cevap olarak hisse senetli kapitalist mülkiyet, yani anonim şirketler doğar. Anonim şirketler, zayıf sermayeleri yutarak büyür ve kendi sektörlerinde tekelleşir. Tekelleşen sanayi sermayeleri ile banka sermayeleri birleşerek finans kapitali ortaya çıkarır. Finans kapital, böylece ekonominin tepelerini kontrol altına alır.
İkinci Enternasyonal, sosyalizmin kuruluşunu, kerameti kendinden menkul partinin iktidarı ele geçirip ekonomiyi devletleştirmesi sığlığında anlıyordu. Finans kapital ekonominin tepelerini tuttuğuna göre sosyalizmin kuruluşu kolaylaşmıştı.
Cahiliye devri nazariyecisi Rudolf Hilferding, finans kapitalin “sosyalizm için nihai örgütsel ön gereklilikleri” yarattığını şöyle ilân etti:
“Finans kapitalin toplumsallaştırıcı işlevi, kapitalizme üstün gelme görevini son derece kolaylaştırıyor. Finans kapital ekonominin en önemli dallarını bir kez kontrol altına aldıktan sonra, toplumun, bu üretim dallarının kontrolünü ele geçirmek için bilinçli yürütme organı -işçi sınıfı tarafından fethedilmiş devlet- aracılığıyla finans kapitale el koyması yeterlidir. …
“Finans kapital sosyalizm için nihai örgütsel ön gereklilikleri yaratırken …” (Rudolf Hilferding, Finans Kapital, http://www.marxists.org/…/hilferding/1910/finkap/ch25.htm )
Lenin, Hilferding’in senaryosunu biraz daha geliştirdi: Dev tekelleri elinde tutan finans kapital, gitgide devletle iç içe geçerek devlet-tekel kapitalizmini yaratır. Devlet-tekel kapitalizmi kapitalizmin en yüksek aşamasıdır. Devlet-tekel kapitalizmi sosyalizm için tam maddi hazırlık demektir. Bundan daha ötesi ancak sosyalizm olabilir!
“Emperyalist savaş sosyalist devrimin arifesidir. Bu, sadece savaşın dehşetinin proletarya ayaklanmasına yol açmasından ötürü değildir -çünkü hiçbir ayaklanma, sosyalizmin ekonomik koşulları olgunlaşmaksızın sosyalizmi getiremez-. Fakat devlet-tekel kapitalizmi sosyalizme tam maddi hazırlık olduğu, sosyalizmin eşiği olduğu için bu böyledir. Tarihin merdiveninde bir basamak olan devlet-tekel kapitalizmi ile sosyalizm denen basamak arasında herhangi bir ara basamak bulunmadığı için bu böyledir.” (V. İ. Lenin, “Yaklaşan Felâket”, 10-14 Eylül 1917, TE, İng., c. 25, s. 363.)
Yukarıdaki kuruntunun arkasında, cahiliyenin sosyalist toplum teorisinde yaptığı devletçi revizyon yatar. Lenin’in aynı makaledeki sahte sosyalizm tanımı, zihinlerdeki devletçi tahribatın vahametini gösterir:
“Sosyalizm, tüm halkın çıkarlarına hizmet etmeye koşulmuş ve o ölçüde kapitalist tekel olmaktan çıkmış devlet-kapitalist tekelin ta kendisidir.” (V. İ. Lenin, “Yaklaşan Felâket”, 10-14 Eylül 1917, TE, İng., c. 25, s. 362.)
“Devlet kapitalizminin nasıl yorumlanacağı üstüne felsefe yapıyoruz, eski kitaplara bakıyoruz. Fakat eski kitaplarda tartıştığımız şeyi bulamıyorsunuz. O kitaplar, kapitalizm altındaki devlet kapitalizmini ele alırlar. Komünizm altındaki devlet kapitalizmiyle ilgili tek bir kitap yoktur. Bu konu hakkında bir söz yazmak Marks’ın bile aklına gelmemiştir. Marks, bu konuda tek bir kesin ifade ya da belirgin bir talimat bırakmadan ölüp gitmiştir.” (V. İ. Lenin, “On Birinci Parti Kongresine Rapor”, 27 Mart 1922, TE, İng., c. 33, s. 278.)
Marks’ın “komünizm altındaki devlet kapitalizmiyle ilgili” bir şey yazması mümkün değildi. Çünkü, Marks’ın böyle bir zırvayla ilgisi olamazdı.
Sosyalizmin üstünde yükseleceği maddi temeli teşhis etmek için, üretim faaliyetinin ne devasa boyutlardaki tekeller altında yapıldığına değil, fakat üretim faaliyetinin ne nitelikteki üretici güçlerle yapıldığına bakmak gerekir.
O zamanki üretici güçler, makine teknolojisi kullanan kol emeğine dayanıyordu. Makine teknolojisinde işçi, makinenin eklentisi olarak üretim sürecinin içinde varlık bulur. İnsanı makinenin eklentisi olmaya mahkûm eden makineli üretim temeli, emeğin kurtuluşunun maddi temeli değildir.
Emeğin kurtuluşunun maddi temeli, bilgi yoğun teknoloji yaratan zihinsel emeğe dayalı üretici güçler düzeyidir. Çünkü, ancak bu nitelikteki üretici güçler, doğrudan üreticileri üretim sürecinin nezaretçisi konumuna yükseltme ve emek zamanını olağanüstü düşürerek serbest zamanı namütenahi artırma potansiyeli taşır.
Sosyalizmin kurulabilmesi için, kâr odaklı gelişen üretici güçlerin insan ve doğa odaklı hâle getirileceği, cehennem mesaisindeki insan faaliyetinin insana geri döndürüleceği, komünist bilincin yığınsal çapta üretileceği uzun bir dünya-tarihsel devrimci dönüşüm döneminin yaşanması zorunludur.
Lenin, cahiliye devrinin ilhamıyla, sosyalizmi kurmak için büyük bankalardan şöyle yararlanmayı hayal ediyordu:
“Kapitalizm bankalar, karteller, posta hizmeti, tüketici dernekleri ve büro işçileri sendikaları biçiminde bir muhasebe aygıtı yarattı. Büyük bankalar olmasa sosyalizm imkânsız olurdu.
“Büyük bankalar, sosyalizmi getirmek için ihtiyacımız olan ve kapitalizmden hazır olarak alacağımız ‘devlet aygıtı’dır. Burada görevimiz, bu mükemmel aygıtı kapitalistçe sakatlayan ne varsa onu kesip atmaktan, bu mükemmel aygıtı daha da büyük, daha da demokratik, daha da kapsamlı kılmaktan ibarettir. … büyükten de büyük tek bir Devlet Bankası, sosyalist aygıtın onda dokuzunu oluşturacaktır. Bu, ülke çapında defter tutma, malların üretim ve dağıtımının ülke çapında muhasebesi olacaktır. Bu, söz gelimi, sosyalist toplumun iskeleti gibi bir şey olacaktır.” (V. İ. Lenin, “Bolşevikler Devlet İktidarını Elde Tutabilirler mi?”, 1 Ekim 1917, TE, İng., c. 26, s. 106.)
Bankalar, onları “kapitalistçe sakatlayan ne varsa” kesilip atılınca aklanacak aygıtlar değildir. Çünkü, bankalar kapitalistçe sakatlanmış değildir, fakat kapitalizmin ta kendisidir. Bankalar, münhasıran para-sermayenin toplumsal iktidarını insanlara dayatan aygıtlardır.
Bankalar dâhil olmak üzere bütün kapitalist aygıtlar, mülksüzleri paranın, pazarın, sermayenin iradesine tâbi kılmanın aygıtlarıdır. O aygıtlar, “daha da büyük, daha da demokratik, daha da kapsamlı” hâle getirilince, tahakküm aygıtı olmaktan çıkıp özgürlük aygıtı hâline gelmezler. Özgürlük toplumuna varabilmek için paranın, pazarın, kısacası değer yasasının ifade ettiği bütün insana aykırı toplumsal ilişkilerin, bankalar, borsalar gibi bütün ekonomik tahakküm aygıtlarının, toplumsal yarılmanın, devletin ortadan kaldırılması gerekir.
“Büyükten de büyük tek bir Devlet Bankası” sosyalist bir aygıtın değil, ancak totaliter bir aygıtın unsuru olabilir! “Büyükten de büyük” devlet aygıtlarıyla, özgür bir toplum değil, ancak totaliter bir kâbus yaratılır! Olan da bu olmuştur!
****************************************************************************************
1924 – 2024. Lenin’in Ölümsüzlüğünün 100. Yılı
3-) Ölümünün 100. yılında Lenin: Henüz çıkılmamış bir zirvenin dağcısı
Kavel Alpaslan kalpaslan@gazeteduvar.com.tr
Lenin’i incelerken tarihe yabancılaşıyoruz, fikirlerinin kritik anlarda nasıl yalnız bırakıldığını unutuyoruz. Bugün, kaçınılmaz tayfunun içine dalmaktan çekinmeyerek, Lenin’i ‘Lenin’ yapan düşüncelerden soyutlamadan okuyarak ders notlarını çıkartmak gerekiyor. Çünkü o sönmez fener birilerinin onu harlamasını bekliyor.
Bugün Ekim Devrimine öncülük eden Bolşevik devrimci Vladimir İlyiç Lenin’in 100. ölüm yıldönümü. Şüphesiz kimileri için bu sözler, bir futbol takımının yüzüncü yılını kutlamasından daha fazla bir şey ifade etmeyecektir. Doğruya doğru, nice ‘liderin’, ‘başkanın’, ya da ‘kahramanın’ doğumu-ölümü sadece takvim yapraklarında kendine yer edinir. Hatta bu belli bir zaman dilimine sıkışmış alanda gözden düşen isimler ise yavaş yavaş takvimlerden çıkartılıp sadece arayanların bulabileceği ansiklopedilere taşınır. Fakat kimileri vardır ki, toplumsal mücadeleler tarihinde açtıkları mühürlü kapılar nedeniyle zamana hükmedip anıldıkça yaşarlar. Dünyada ilk kez emekçilerin uzun soluklu iktidarını, savaşın ve kıtlığın yarattığı yıkıntıların arasında kuran Lenin işte böyle bir isimdir.
BİR ZİRVEYE TIRMANIŞ HİKAYESİ
Tacikistan-Kırgızistan sınırında, Orta Asya’nın en yüksek noktası olan Lenin Zirvesi bulunuyor. Zorlu yolları aşıp 7 bin 134 metre yüksekliğe ulaşabilen dağcıları ise bu zirvede bir Ekim Devrimi’nin lideri Vladimir Lenin’in büstü bekliyor. Çaputların ve dağcı röliklerinin arasında beyazlar içerisinde manzarayı seyreden bu heykeli seyre daldığımızda Lenin’in yazdığı sayfalardan bazıları zihnimizde depreşmeye başlıyor. Çekip çıkarttığımızda hem karşımızdaki görüntüye hem de içerisinde yaşadığımız 21. yüzyılın dünyasına tam oturan bir metinle karşılaşıyoruz.

Lenin Zirvesi
Ekim Devrimi’nin ardından henüz 4-5 yıl gibi kısa bir süre geçtikten sonra, Lenin Zirvesi’ne yapılan ilk tırmanış tarihindense bir o kadar zaman önce kaleme alınan bu yazıda, çiçeği burnundaki Sovyet deneyiminin karşılaştığı zorluklar ele alınıyor. Lenin’in daha önce hiç çıkılmamış bir zirveye tırmanan dağcının hikayesini anlattığı yazıyı özel kılan ilk yan, kağıdın sağ üstündeki ‘Şubat 1922’ tarihidir. Ekim Devrimi’nin ardından başlayan ve ardında korkunç bir kıtlık ile yıkım bırakan İç Savaş’ta karşı-devrimcilerin kesin mağlubiyetine yaklaşılmıştır. Ancak Bolşevikler için işler daha kolaylaşmamış aksine daha da karmaşık hale gelmiştir: Artık zaman, dünyada o güne kadar eşi benzeri olmayan bir modeli, proletarya diktatörlüğünü inşa etme zamanıdır.
Bunu hesaba katarak gelin önce Lenin’in kaleme aldığı ifadelere kulak verelim:
“Çok yüksek, dik ve henüz keşfedilmemiş bir dağa tırmanan bir insan düşünelim: Diyelim ki, bu insan inanılmaz zorlukları ve tehlikeleri aşarak, kendisinden önce bu dağa tırmananlardan daha yükseklere çıkmayı başardı, fakat hala zirveye ulaşmış değil. Öyle bir duruma gelmiş ki seçtiği yönde ve izlediği yolda yürümesi sadece zor ve tehlikeli değil, artık düpedüz olanaksızlaşmış. Bu dağcı geri dönmek, aşağı inmek, daha uzun da olsa kendisine zirveye ulaşma olanağı sağlayacak başka yollar aramak zorundadır. Hayali dağcımızın dünyada henüz ulaşılmamış bu yükseklikten aşağıya inişi belki de çıkışından daha tehlikeli ve zorludur: Kolayca hatalı bir adım atabilir; aşağıya inerken ayağını koyduğu yeri iyice görmesi kolay değildir; yukarıya hedefe doğru tırmanırken içinde bulunduğu özellikle yüksek morale sahip değildir vs. İnsanın kendisini bağlaması ve buz kazmasıyla, saatler boyu, ayağını koyacak yerler ya da ipi sağlamca bağlayacak yerler oyması gerekir, kaplumbağa hızıyla, hem de gerisin geriye, varılmak istenen hedeften aşağıya doğru hareket etmek zorundadır ve umutsuzca tehlikeli, acı dolu inişin ne zaman sona erip ermeyeceği, yeniden, cesaretle, hızla, daha düz bir yolda ileriye, zirveye doğru gidebileceği biraz daha çok şans vaat eden bir yolun bulunup bulunmayacağı hala bilinmemektedir.

Lenin
Bu durumdaki bir insanda, ulaşmış olduğu yüksekliğe rağmen yılgınlık anlarının baş göstermesi hiç de anormal olmayacaktır. Ve bu insan, tehlikesiz bir uzaklıktan, dürbünle ‘frenlere basarak iniş’ bile denemeyecek (zira fren iyi hesaplanmış, önceden denenmiş bir taşıtı, önceden yapılmış bir yolu, daha önce sınanmış mekanizmaları gerektirir, oysa burada ne taşıt, ne cadde, önceden denenmiş hiçbir şey yoktur) bu son derece tehlikeli inişi izleyen aşağıdaki insanların çıkardığı bazı sesleri duyabilecek olsa büyük ihtimalle bu anlar daha çok, daha sık, daha ağır olacaktır.
Aşağıdan duyulan sesler ise garezkar. Birileri memnuniyetlerini açıkça gösteriyor, acayip sesler çıkarıp bağırıyorlar: Şimdi aşağı yuvarlanacak, müstahaktır, böyle bir delilik yapmasaydın! Diğerleri sevinçlerini saklamaya çalışıyor, aynı Yuduşka Golovlev* gibi yapıyorlar; gözlerini gökyüzüne dikip yazıklanıyorlar: Ne yazık ki endişelerimiz doğrulanıyor! Bütün ömrümüzü akıllıca bir planla bu dağa tırmanma hazırlığına harcamış olan bizler, tırmanışın planımız tamamen hazır oluncaya kadar ertelenmesini istemedik mi? Ve şimdi bu çılgının bizzat vazgeçtiği (bakın, bakın, geri döndü, iniyor, bir arşın ilerleme olanağı bulabilmek için saatler harcıyor! Biz sistematik olarak itidal ve özen talep ettiğimizde bize ne sözler sarfetmişti!) bu yola karşı böylesine gayretle mücadele ettiysek, bu çılgını böylesine şiddetle mahkum ettiysek ve herkesi bu eylemi tekrarlamama ve desteklememe konusunda uyardıysak, bunu sadece, bu yüce planı hiç tehlikeye atmamak için yaptık, bu dağa tırmanma yüce planına duyduğumuz sevgiden yaptık.
İyi ki hayali dağcımız, örneğimizde varsaydığımız koşullar altında, savunduğu düşüncenin bu ‘gerçek dostlarının’ seslerini duyamıyor, yoksa büyük ihtimalle midesi bulanabilirdi. Mide bulantısının ise kafanın dinçliğine ve ayakların sağlam basmasına zararlı olduğu söylenir, hele de bu yüksekliklerde.”

Lenin Zirvesi’nde Lenin Büstü
MİTLERLE ÖRTÜLÜ ZİRVENİN FETHİ
Lenin, henüz kimsenin cüret edemediği tırmanışı bu sözlerle anlatıyor. Her ne kadar Lenin’in bu yazısı neredeyse yüz yıl öncesine ait olsa da, 2024’ün dünyası için ayrıca önem taşıyor. Peki ama neden?
Bazen tarihe yabancılaşıp, yaşanmış olayların zamanda kapladığı yeri görmezden geliyoruz. Mesela bugünden baktığımızda “Sovyetler Birliği kuruldu ve dağıldı” diyoruz ve bu deneyimin sıfır noktasını unutuyoruz. Çünkü tarih kitabının ‘Sovyetler’ faslını baştan sona okuyabilme ayrıcalığına sahibiz, bu yüzden günün sonunda o dağa çıkılabildiğini biliyoruz.
Kuşkusuz bu sözleri duyar duymaz çeşitli eleştiri oklarını kundağa yerleştirip üzerimize nişan alanlar olacaktır. Sol kulvardan yapılan eleştirileri bir kenara bırakacak olursak, farklı politik ve ideolojik dönemlerden geçmiş bir Sovyet deneyimini beylik bir iki çift laf ile rafa kaldırmak maalesef mümkün değil. Her ne kadar genelde kulaktan dolma ve taraflı olsa da bu eleştiriler, Sovyet deneyiminin bir yüzyılın dünyasını altüst edecek şekilde var olduğu gerçeği karşısında değerini yitiriyor. Yani doğru ya da yanlış, hangi ideolojik kulvardan eleştirirsek eleştirelim Sovyetler Birliği bir şekilde var oldu. Sadece bu varoluş bile başlı başına işçi sınıfının toplumsal mücadeleler tarihinde devasa bir kazanım demek.
Şu an zirvede yeller esiyor olabilir, varsın essin. Üretim ilişkilerinin bu dünya üzerinde daha farklı bir şekilde düzenlenebileceği uzun bir süre boyunca teleskopla izlenebildi. Bu sadece saygıdeğer bir tırmanış değildir; aynı zamana geleceğe sunulmuş bir pupa fenerdir. Yenilgi yıllarında ışığı korlaşmış görünebilir. Ancak bir kez zirvenin ‘ulaşılmazlık’ mitini tarihe gömdükten sonra bir gün tekrar harlamak üzere asla söndürülemeyecek. Marx ve Engels’in çaldığı ateşi, o efsanelerle kaplı zirveye ulaştıran Lenin’i de bu korun içinde görmek gerekiyor.

ÖVEREK SÖVENLER
Lenin’in düşüncesine ve Sovyet deneyimine cepheden tavır alanlar kadar bir de ‘överken sövenler’ var. Örneğin kimi hikmetinden sual olunmaz isimler az önce okuduğumuz metini över gibi görünerek artık yirminci yüzyıldaki devrimci dönemin temelleri üzerine çıkmanın anlamlı olmayacağını söylüyor ve ‘1917 öncesine geri dönerek farklı bir yol izlemenin zorunluluk olduğunu’ vurguluyor. Marksizmin çekirdeğini revize etmeye yeltenenlerin elinde ‘farklı bir yol’ ifadesi ne de sihirli bir anlam kazanıyor! Oysa 20. yüzyıldaki sosyalizm deneylerini hiçe sayarak bahsettikleri ‘farklı yolun’ ne nereye vardığını bilen var ne de nereden geçtiğini.
Tabii Lenin’in düşüncesini tahrip edenlerin büründüğü çok farklı çehreler var. Kimileri açıkça savruldukları burjuva-liberal saflardan onu kibarca çağdışı ilan ederken, kimileri onun ismini göklere çıkartıyor gibi görünerek bunu yapıyor. Oysa, güvertelere yerleştirdikleri Lenin ikonalarıyla dalgasız denizlerde kaptanlık yapanların sözleri ile burjuva-liberal saflardan yapılan açık ya da gizli Lenin eleştirilerinin vardığı yer özü itibariyle aynı reddiyedir, aynı korkudur. Söz gelimi Lenin, halklar hapishanesi Çarlık Rusya’sı için çığır açıcı Ulusların Kaderini Tayin Hakkı’nı yazmamış, iktidar perspektifini en devrimci haliyle Devlet ve Devrim’de ortaya koymamış, ya da I. Paylaşım Savaşı sırasında sosyal şovenistlere karşı enternasyonalizmin bayrağını yalnız kalma pahasına sallamaya cüret etmemiş gibi davranacaksak eğer, onun ismini pek ağıza almamak gerekiyor.
Tüm bunlar, kimileri için yüz yıl öncesinin düşüncesine körü körüne bağlanma olarak anlaşılacaktır. Oysa bu noktada Ortodoks Marksizmin ne olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Şöyle söylüyor Georg Lukács: “…Ortodoks Marksizm, Marx’ın araştırmalarının sonuçlarının eleştirel olmayan bir şekilde kabul edilmesini ima etmez. Bu, şu ya da bu teze ‘inanç’ veya ‘kutsal’ bir kitabın tefsiri değildir. Aksine, ortodoksi yalnızca yönteme atıfta bulunur. Diyalektik materyalizmin gerçeğe giden yol olduğuna ve yöntemlerinin ancak kurucuları tarafından belirlenen çizgiler boyunca geliştirilebileceğine, genişletilebileceğine ve derinleştirilebileceğine dair bilimsel kanaattir. Dahası, onu aşmaya veya ‘iyileştirmeye’ yönelik tüm girişimlerin aşırı basitleştirmeye, önemsizliğe ve eklektizme yol açtığı ve götürmesi gerektiği inancıdır.”
Sormak gerekir, meçhul farklı ve konforlu yol arayışları Marksizmin özünü deforme etme hakkı sağlamıyor mu? Kapitalizm dün olduğu gibi bugün de uzlaşmaz sınıf çelişkilerine yaslanırken biz hangi uzlaşıya neden yaklaşacağız? Taktik ile ideolojik/politik deformasyon arasındaki sınırı nereye çizeceğiz?
Sık sık Lenin için ‘uzlaşmaz’ yakıştırması yapılır. Bu yakıştırmayı kabaca ele alanlar, onun aynı zamanda ne kadar pragmatik davranan bir lider olduğunu pek hesaba katmazlar. Oysa Lenin’in neden bir siyasi deha olduğunu anlayabilmek için nelerde uzlaşmaz, nelerde pragmatik olduğunu görmek gerekir. Her başarısızlıkta moral bozukluğu ile Marksizmin çekirdeğini tahrip ederek ‘farklı bir arayışa’ girişmiş midir? Enternasyonalizme sırf daha kolay konforlu bir alan bulma umuduyla sırt çevirmiş midir? ‘Pragmatik’ olarak sosyal şoven bir tavra onay vermiş midir?
Her çıkılan yokuşun bir de inişi olduğunu çabuk unutuyoruz. Çevremizde ‘farklı bir yoldan giderek yeniden başlamalı’ diyenler zirvenin çıkılabilen bir yer olduğu gerçeğini unutturmaya çalışıyor. Üstelik bunu Lenin’in metaforunu çarpıtarak yapıyor. Farklı yol arayışıyla bilinmeze sürüklendikten sonra en nihayetinde bize gösterecekleri eciş bücüş bir tepeye ‘zirve’ dememizi istiyorlar. Kapitalizmin ağır kuşatması altında yaratılan minik adacıkları nihai hedef saymamızı bekliyorlar. Oysa yüzümüzü gerçek zirveye dönersek, geçmişin kanlı canlı deneyimlerini ve onların en tepede dalgalanan sahipsiz sancaklarını göreceğiz.

LENİN’İN DANSI
Ekim Devrimi’nden tam 73 gün sonra Lenin, buz gibi havaya rağmen Petrograd’daki çalışma odasından dışarıya çıkar ve karlar üzerinde kısa bir süreliğine dans ederek ‘bireysel’ bir kutlama yapar. Lenin’in bu mutluluğu, Sovyet deneyiminin Paris Komünü’nden daha uzun sürmüş olmasından ileri gelmektedir. Bu kutlamadan beş gün sonra yoldaşlarına seslenen Lenin, kendilerinin Komün’den daha uzun soluklu bir deneyim yaratabildiklerini çünkü şartların Sovyet Hükümeti yaratmaya daha elverişli olduğunu dile getirir. Çarlık Rejiminin eski alışkanlıkları bir tarafa konulup yeni mücadele metotları benimsenmiştir. Sosyalist bir topluma ulaşmayı hedefleyen bir yol haritası uzun soluklu da olsa ufukta belirmeye başlamıştır.
Bize bu anekdotu hatırlatan Vijay Prashad’dan bir alıntı yapmak gerekirse “Her yenilgi emekçiler için bir okuldur. Her sosyalist inşa deneyimi, gelecek deneylerimiz için bize ders verir.” Oysa Lenin’i incelerken tarihe yabancılaşıyoruz, fikirlerinin kritik anlarda nasıl yalnız bırakıldığını unutuyoruz. Bugün, kaçınılmaz tayfunun içine dalmaktan çekinmeyerek, Lenin’i ‘Lenin’ yapan düşüncelerden soyutlamadan okuyarak ders notlarını çıkartmak gerekiyor. Çünkü o sönmez fener birilerinin onu harlamasını bekliyor.
* Rus hicivcisi Saltykov-Şçedrin’ in bir öyküsünden ikiyüzlü bir figür.
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
