İlhan Selcuk 1973 yılında “Yüzbaşı Selahattinin Romanı” isimli bir kitap yazmış. Çocukluğumdan beri kitab okudum, daha çok Rus klasikleri ve Türk yazarlardan Rıfat Ilgaz ve Yaşar Kemal’in kitaplarını okuyordum. Basri ağabeyimin eve getirdiği kitaplardı bunlar. Bu kitapların içinde “Ana”, “Açlık Yılları”, “Çimento” ile “Kapital”in birinci cildini çok iyi hatırlıyorum. Daha sonraları TKP sürecinde örgütün tavsiye ettiği kitapları okuduk. Yalan yok., ben iyi okuyordum. Allah, Peygambere “Oku ya Muhammet” demiş, ben peygamber olamasam da; iyi bir “Partizan!” olma düşüncesiyle okuyordum. Şimdilerde yazıyorum.

12 Eylül hapishane sürecinden sonra tesadüfen komşumun evinde gördüğüm, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir yani “Üç Kemaller” bende ayrı bir okuma iklimi yarattı. Ama bunların dışında Aydın Kasapoğlu’nun 1996 yılında Maden Mühendisleri Cemiyetinde; “Diğer kitapları sattım ama bunlar kaldı, iki ciltlik İlhan Selcuk yazmış, Yüzbaşı Selahattin’in Romanı, bunları da sana vereyim.” dedi. Aydın Kasapoğlu’na hiç bir şekilde itiraz etmem ve saygım sonsuzdur. Kitapları aldım eve götürdüm. Kitabı okudum ve çok sonra lazım olacak diye her tarafına not düştüm. Kitabı tekrar elime alma zamanı gelmişti. Çünkü, Zonguldak tarihi kesitinin 1923-1939 bölümünü yazmaya başladım.
Kitabtan iki bölüm aktaracağım, anlayan anlar zaten ama ben diyorum ki, çok geç kalmadan herkes okumalı, bir şeyler öğrenmeli. En azından suni düşmandan, gerçek düşmanları ayırt etmeyi öğrenmeli.
“Yıllar Geçiyor.
Nimet ve Çocuklar Karadeniz Ereğli’de yaşıyorlardı; ben de Ankara’da çalışıyor, çiftlikle uğraşıyorum. Çocuklar büyüyordu. Nimetten aldığım şu mektup, içinde yaşadıkları ortamı anlatıyordu:
Karadeniz Ereğlisi 31.10.1927
“Selahattin,
Cumhuriyet Bayramı hükümet önünde kutlanacağı için Sabit Bey’in eczanesinin üstündeydik.
Birinci kız mektebi uzaktan göründü. Önde beyazlar giyinmiş bayrak tutan bir kız. Ortalarında ufak mini mini melek kanatlarıyla Tomris (1) , gayet muntazam ve ciddi geldiler, durdular. Arkadan öteki okullar. Önde iki erkek çocuğu, siyah pantolon, beyaz buluz ve göğsünde ‘Yaşasın Cumhuriyet’ yazılı kurdelesi, elinde Gazi’nin resmiyle Cengiz(2) ve arkadaşı, geldiler, dizildiler.
İkinci kız mektebinden on üç yaşında bir kız, tam bir saat konuştu. Herkes hem ağladı hem avuçları patlayıncaya kadar alkışladı. Ondan sonra ortaya gayet şık çiçeklerle süslü bir masa kondu. Üstüne Tomris’i çıkardılar. Çok ciddi bir tavırla halkı selamladıktan sonra o da şunları söyledi:

‘Aziz vatandaşlar,
Bugün Cumhuriyet Bayramı. Hepimiz neşeliyiz. Çünkü serbestiz. Bundan beş sene evvel serbest değildik. Yunanlılar ve başka düşmanlar bizi mahvetmek istiyorlardı. Mustafa Kemal Paşa başımıza geçti. Çalıştı, çalıştı, Yunanlıları kovdu ve bizi bugünkü hürriyete eriştirdi. Daima hür ve serbest olabilmek için hepimizin çalışması ve sevgili vatanımıza hizmet etmesi lazımdır. Yaşasın Cumhuriyet, Yaşasın Gazi, Var olsun Türkler!’
Tomris bunu avazı çıktığı kadar bağırarak gayet serbest olarak söyledi ve halka mini mini buseler dağıtarak masadan indi. Onu sevmeyen kimse kalmadı. Halk ‘Yaşasın Küçük Türk Yavrusu Tomris’ diye bağırdı.
Yüzbaşı Selahattin, Birinci Dünya Savaşında ve Milli Mücadelede kahramanca savaşmış. Sonraki hayatında hep geçinme mücadelesi vermiş. Kitapta bu süreç açık açık anlatılıyor. Eşi ile birlikte Cengiz ve Tomris isimli çocukları, Ereğli’de dedeleriyle kalırken Yüzbaşı Selahattin Ankara’da çiftliğin çok zor olan problemleriyle uğraşıyordu. Cumhuriyet kutlamasında Ereğliye geleceğini düşünen çocuklarına Yübaşı Selahattin ancak bir mektup ulaştırabiliyor. Kitap oldukça öğretici ve ilginç konuları yansıtıyor.
Tabii ki bu yazıyı ben İlhan Selçuk’un satırlarıyla bitireceğim.
“Ve sonunda kurtuldu Anadolu…
Ne var ki Yüzbaşı Selahattin, kurtulmuş sandığı Anadolu’nun kurtulamayışını da yaşadı. Emperyalizm asker giysilerini çıkarmış, sivil giyinip gravat takarak gelmişti bu kez. İlk bakışta görünmeyen ve tanınmayan bu düşmanın pencesinde kıvranıyor, bir türlü kurtulamıyor, çağdaşlaşamıyordu Türkiye…
Yüzbaşı Selahattin 1956’nın Mayıs’ında öldüğü gün, ülkenin petrolleri, madenleri, bankaları, dış ticareti yabancıların denetimindeydi. Ve Anadoludaki yabancı üstlere Türk generalleri Amerikali albay izin vermeden giremiyorlardı.
Yarı sömürge durumuna düşmüş Osmanlı İmparatorluğu’nun Turancılık ülküleriyle donanmış son kuşağının yarım yüzyıllık arayışları, çabaları, çıkmazları, tükenişleri içindeki kişisel yaşamları bittiği zaman, Türkiye’nın romanı bitmemişti… Bu tarihsel anafor içindeki dostluklar, aşklar, sevecenlikler, korkular, korkusuzluklar, çatışmalar, arkadaşlıklar yorulmuş, yıpranmıştı belki de…
İnsan yaşayışının tarihsel çalkantılar ve sosyal değişimler içinde aldığı biçimler, sürer gider. Bu süregeliş boyunca, her insanın ayrı ama birbirine benzer romanı, bitmeyen zaman zincirinin halkaları gibi birbirine geçerek uzar.”
İlhan Selçuk öleli oldukça zaman geçti. Şimdi yaşasaydı ne yazardı bilemiyorum. Belki de Emperyalizmin; Şeriatçı ajanlarının sarıklarıyla birlikte ülkeyi kırıta kırıta ele geçirdiğini, ülkenin aydınlığa değil, karanlığa doğru hızla gittiğini, Yüzbaşı Selahattinlerin romanı bile, yazılamayacak şekilde halkı sindirdiğini yazardı, herhalde. Genç teğmenler Yüzbaşı Selahattinlerin romanını devam ettiriler mi ki acaba, kim bilir?
EROL ÇATMA
05316728615
(1) Yüzbaşı Selahattin’in kızı.
(2) Yüzbaşı Selahattin’in oğlu.
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
