Açılmış kitap misali eşsiz mimarisiyle eski hastane sapasağlam ayakta dururken, yatak ve poliklinik kapasitesiyle bölgenin ihtiyacını fazlasıyla karşılarken yenisine neden gerek duyulduğunu hala kimseler bilmiyor! Bildiğimiz tek şey, eski hastanenin depreme dayanıklı olup olmadığına bakılmadan yeni hastane yapımına karar verilmiş olmasıydı.

    Hastanede görev yaptığım yıllarda hastanemize ait lojmanların ve poliklinik binasının yıkılarak yerine yeni bir hastane yapılacağına dair bir duyumla başlamıştı yeni hastanın hikayesi. Sonrasında da gerçek oldu.

    Söylenenlere bakılırsa, hastane dokuz yüz günde yapılıp teslim edilecekti. Yani en az üç yıl poliklinik binamız olmadan eski hastanede hizmet vermeye devam edecektik. İçerisinde poliklinikleri, görüntüleme merkezlerini, laboratuvarları ve heyet kalemini barındıran ve hastane yükünün % 80’ini omuzlayan beş katlı, bin metrekare taban alanı olan poliklinik binası ortadan kalktığında ne olacağı meçhuldü! Bu nedenle ne pahasına olursa olsun poliklinik binasını yıktırmamalıydık. Bu fiili durumun benden başka kimsenin umurunda olmadığını fark edince tek başıma üstüme aldım bu görevi. İlk iş olarak zamanın valisinden randevu aldım. Randevu günü geldiğinde, biz hekimler ve hastalarımız için poliklinik binasının ne kadar hayati olduğunu, yeni hastane yerinin de trafik ve park sorunu nedeniyle uygun olmadığını dilim döndüğünce valimize anlatmaya çalışmış, yeni hastane yeri için de eski devlet hastanesinin bitişiğindeki arsayı önermiştim. Tarihi yapıya sonradan yapılan ekler ve Halk Sağlığı binası kaldırıldığında yeterince alan ortaya çıkıyordu burada. Sonrasında bu önerimin kabul görmediğini öğrenecektim.

    Aradan biraz zaman geçmiş, bu arada valimiz de değişmişti ama poliklinik binamız daha ayaktaydı. Ben de daha ümidimi kesmemiş, yeni hastane inşaatı için yer arayışlarına devam etmekteydim.

    Bu sırada Çaydamar bölgesinde TTK’na ait atıl durumda binaların bulunduğu bir arsa olduğunu öğrendim ve yerinde bir keşif yaptıktan sonra yeni validen randevu aldım. Ona da poliklinik binasının yıkılmasının mahsurlarını saydıktan sonra yeni hastane yeri olarak burasını önerdim. Vali bey, bu bölge için gerekli incelemeyi yaptırdıktan sonra kararını verecekti. Ama karar yine olumsuz çıkmıştı! Gerekçesi, arsanın dere yatağında olduğundan yüksek bina için uygun olmadığıydı.

    Aradan bir yıl kadar daha geçmiş, vali yine değişmiş, polikliniğimiz hala ayaktaydı. Ama bu sırada yıkım kararı dururken poliklinik binası içinde on kişilik sedye asansörü inşaatına başlanmış ve bitirilmişti. Ben ise hala ümidimi kesmemiş, yer arayışlarına devam etmekteydim.

    Bu defa yeni keşfettiğim yerden çok ümitliydim! Burası, düzayak, çarşıya yürüme mesafesinde, Gazipaşa trafiğine yük bindirmeyecek konumda, oldukça geniş bir alana sahipti. Altmışdokuz ambarlarıydı bahsettiğim yerin adı. Randevu aldığım üçüncü valiye de burasını önerdim. Vali Bey sahayı ekrandan bulup izleyince onun da aklı yatmış olacaktı ki inceleteceğine dair söz verdi. Yer incelemesi bir yıl sürmüştü ama sonuç yine olumsuzdu. Gerekçe yine aynıydı; arsanın dere yatağında olması nedeniyle üzerine yüksek yapı yapılamazdı.

   Aradan beş altı ay daha geçmiş, poliklinik hala ayaktaydı ama benim ümitlerim de tükenmek üzereydi.

   Son bir ümitle meclis başkanımız Köksal Toptan Bey’den telefon randevusu aldım. Ne de olsa daha büyük adamdı, mutlaka sözü geçerdi! On gün kadar sonra bana döndüğünde ondan duyduklarım tam bir hayal kırıklığıydı! Meğer meclis başkanımız yeni hastane inşaatından bile habersizmiş!

   Bu görüşmeden altı ay kadar sonra da poliklinik binamız, yeni yapılan sedye asansörüyle birlikte tarih olmuştu. İçindeki ahşap veya metalik masalar, ahşap veya metalik masalar, dolaplar, iskemleler, etajerler de eski devlet hastanesinin hurdalığına yığılmıştı. O hastanede rotasyon yaptığım bir gün roman vatandaşlarımızın bu hurdaları yağmaladıklarına tanık olmuştum. Beğendiklerini alıp götürüyorlardı. Dayanamayıp durumu hastane müdür yardımcımıza bildirdiğimde aldığım yanıt, “boşverin” olmuştu!

    Poliklinik binamız yok edilince yeni poliklinik odaları için  hastane içinde bir tadilat başlatıldı ki, buna ayrılan kaynakla yeni bir hastane yapılabilirdi doğrusu!

    Dokuz yüz günde bitirileceği sözü verilen yeni hastanemiz ancak on yıl sonra hazır hale gelebilmişti. Yeni hastane silbaştan teşrif edilmiş, eskisinden hiçbir şey getirilmemişti. Bizler de bu zaman zarfında dar ve havasız ortamlarda poliklinik hizmetlerini vermeye devam etmiştik.

    İşin asıl trajikomik yanı bundan sonra başlıyordu:

    Yeni hastane hizmete hazır hale geldiğinde, büyüklerimiz bir de bakmışlar ki hastane çevresinde bir araçlık bile park yeri yok! Yani inşaat başladığında ve devam ederken akıllarına hiç gelmemişti, park ve bahçe!

    Bu şaka değil bir gerçekti!

    Park işini nasıl hallederiz diye çevreyi kolaçan ederlerken eski adıyla Kız Meslek Lisesi olan binayı gözlerine kestirmişler; onu yıkıp hastane için park yeri yapacaklardı. Oysa o bina bir eğitim yuvasıydı, üstelik birinci dereceden SİT kapsamındaydı. Neyse ki ZOKEV(Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı) devreye girip kararın iptali için başlattığı hukuk mücadelesini kazanmıştı da okul yıkılmaktan kurtulmuştu.

    Başa dönersek:

    Şayet daha önce Vali Bey’e önerdiğim altmış dokuz ambarları sahası hastane yeri olarak kabul görseydi, ne park sorunu ne de trafik sorunu yaşanacaktı! Nitekim dere yatağı bahanesiyle kabul görmeyen aynı alana daha sonra bir AVM ve Diş Sağlığı Merkezi inşa edilmiş, hiçbir sorun da yaşanmamıştı.

    Yeni hastane hikayesinin benim için tek olumlu tarafı, bana İSRAF BİR İNSANLIK SUÇU adında yeni bir kitap kazandırmış olmasıydı.18.12.2024


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.