NICK WRIGHT, aşırı sağcı AfD’nin son federal seçimlerde, solun bölündüğü ve tutarlı tutum alamadığı konularda işçi sınıfının bazı kesimlerine ulaşabildiğini, bu durumun diğer birçok Avrupa ülkesinde de tekrarlandığını savunuyor

Dikkatler sağcı popülist Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin yükselişine odaklanmışken ve Britanya’daki liberal görüşler, Almanya’ya özgü bu oluşum ile bizdeki Birleşik Krallık’ı Reform Partisi arasındaki fark ve benzerlikleri endişeyle ayrıştırırken, Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) çöküşü İşçi Partisi (Labour) milletvekillerini harekete geçirdi.

Almanya seçimlerinde en büyük kazanan AfD olurken (yüzde 20,8 ile seçmen sayısını neredeyse ikiye katladı), muhafazakar Hıristiyan Demokrat/Hıristiyan Sosyal Birlik (CDU/CSU) oylarını yüzde 4,4 artırarak toplam yüzde 28,6’ya çıkardı. Bu sonuçla, partinin saldırgan sağcı lideri Friedrich Merz’in başbakan olmasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor.

SPD, federal seçimlerde siyasal yaşamının en kötü sonucunu ve en büyük kaybını aldı, yüzde 16,4 gibi düşük bir oranda oy aldı.

İktidardaki “trafik lambası” koalisyonundan çekilmesiyle erken seçimleri tetikleyen, büyük iş dünyasının neoliberal partisi Hür Demokrat Parti (FDP) ise, aldığı yüzde 4,33 oyla, yüzde 5 barajının altında kaldı,  Federal Meclis’e temsilci gönderemedi.

Benzer şekilde, soldaki Bundnis Sahra Wagenknecht (BSW) de yüzde 5’lik barajın yüzde 0,3 oranında altında kaldı ve parlamento dışına düştü. Oyların toplam yüzde 4,6’sı da diğer küçük partilere verildi. Yani, bu durum, FDP ve BSW’yle birlikte düşünüldüğünde, her sekiz Alman’dan birinin siyasi tercihi parlamento dışında kaldığı anlamına geliyor.

Bu da, Merz’in koalisyon kurma hedefini daha az karmaşık yapıyor.

Elbette, yüzde 5 barajının gerekçesi, siyasi aşırılıkları hep uzak tutmak ve siyasi gücü tekelleştirmek için merkezi bir fikir birliğine izin vermek “gerekliliği” idi.

Özetle, muhafazakar CDU/CSU oyunu azıcık artırarak ilk sırada yer alırken, AfD oylarını ikiye katladı. “Trafik ışığı” (Kırmızı-sarı-yeşil) koalisyonunun tüm partileri önemli sayıda oy kaybetti. Die Linke (Sol Parti) neredeyse yok olmanın eşiğinden geri döndü. Seçimlere katılım, derinleşen krizin ve savaş ve göç, kemer sıkma ve savunma harcamaları etrafındaki keskinleşen siyasi çatışmaların bir göstergesiydi.

CDU/CSU zafer kazandı ama, oyları yüzde 30 hedef ve beklentisinin altında kaldı.

Bu durumdan en çok yararlanan, şimdiki Almanya’nın eskiden DDR’de olan eyaletlerinde (Lander) en büyük parti olan AfD oldu, ancak o da beklentilerinin altında oy alabildi.

Sol Parti (Die Linke), özellikle hem Yeşiller’den hem de SPD’den ayrılan genç seçmenlerin yönelimiyle,  yüzde 8,7 oy oranıyla ulusal düzeyde önemli ölçüde güçlendi, bu da son dönemde yeni üyelerdeki artışı yansıtan bir gelişme oldu.

Oysa, sadece birkaç ay önce kamuoyu yoklamaları Sol Parti’nin oy oranının yüzde 3’ün altına düştüğünü göstermekteydi.  Sol Parti, bu seçimde Berlin’de CDU’nun yüzde 18,3 ve Yeşiller’in yüzde 16,8’lik oranlarının da üstüne çıkarak, oyların yüzde 19,9’uyla Berlin’in en büyük partisi oldu.

Sol Parti, bu son toparlanmadan önce, Federal Meclis’teki varlığını sürdürme  umudunu en az üç seçim bölgesinde çoğunluğu kazanmaya dayandırmıştı.[1]

Bu taktiğin sonucu olarak, eski Thüringen eyaleti başbakanı Bodo Ramelow Erfurt seçim bölgesinde, Soren Pellmann Leipzig’de kazandı. Berlin-Lichtenberg’de Ines Schwerdtner, Treptow-Kopenick’te Gregor Gysi, Friedrichshain-Kreuzberg’de Pascal Meiser ve Neukölln’de Ferat Koçak kazandı. Özellikle çarpıcı olan, Berlin Neukölln’deki galibiyetti, çünkü böylece Sol Parti bir “Batı Berlin seçim bölgesi”nde ilk kez kesin zafer kazanmış oldu.

Ancak, Sol Parti, eski Doğu Almanya’da oy kaybetti ve batı eyaletlerinde oylarını geliştirdi; özellikle üniversite kentlerinde ve Yeşiller’den oy aldı. Yüzeysel bakınca, bu, Die Linke’nin oylarının ulusal olarak daha homojen olduğu anlamına geliyor, ama altta yatan eğilim, partinin genç seçmenler arasında, özellikle üniversite kentlerinde, Yeşiller ve bir dereceye kadar SPD pahasına büyümesidir. Ama özellikle Doğu’daki kırsal alanlarda, işçiler arasında kaybetti.

Aşırı sağcı AfD’nin işsizler ve kendini işçi olarak tanımlayan Alman seçmenler arasında oy desteği şu anda yüzde 30-40 arasında. Hem Sol Parti hem de aşırı sağ AfD, genç seçmenler arasında en büyük orana sahip oldular.

“Trafik lambası” koalisyonunun partilerinin (SPD kırmızı, Yeşiller yeşil ve FDP sarı) genel olarak zayıflaması bağlamında, SPD’ye yönelik desteğin çökmesi, onun kendine özgü işçi sınıfı çıkarlarını temsil etmedeki başarısızlığının cezasıdır.

Kapitalizmin ekonomik ve siyasi krizinin derinleşen doğası ve bunun çökmekte olan Avrupa’daki (ve giderek daha fazla parçalanmış ve kırılgan bir AB’deki) özel tezahürü, kendisini sözde merkez zeminin derin erozyonu olarak ifade ediyor. Almanya’da siyaset giderek kutuplaşıyor. Bunun doğrudan ifadesi, Doğu Almanya ile Batı Almanya arasındaki keskin ayrımdır: Aşırı sağcı AfD, eski Doğu Almanya’da önde gelen parti olurken, muhafazakar CDU/CSU Batı’da önde gidiyor.

Bundnis Sahra Wagenknecht’e (BSW) gelince, sonuçlar sürpriz olmasa da bir şok. Sahra Wagenknecht, Almanya’nın en popüler politikacısı ve Die Linke’nin (eski) parlamento lideri iken, Federal Meclis’teki koltuğunu kaybetti ve de Sol Parti’yi onunla birlikte terk eden milletvekillerinin tümü parlamento dışında kaldı.

BSW ilk kurulduğunda, özellikle Doğu’da, kendisini Sol Parti’nin pasifliğine ve Almanya’nın NATO’nun Ukrayna’daki perde arkası savaşına destek vermesi konusunda geri adım atmasına karşı çıktığı ve güçlü savaş karşıtı tutum aldığı için üç Doğu eyaletinde seçimlerde çok iyi oy almıştı, bu seçimde bu mazi oldu.

Savaşa karşı muhalefet özellikle Doğu Almanya’da, parti sınırlarını aşıyor. Aşırı sağcı AfD’nin kendisi, yeniden silahlanmaya ve artan savunma harcamalarına verilen güçlü desteğe rağmen, (anormal bir şekilde) savaş karşıtı tutum alıyor.

BSW, Sol Parti’den kendisini, genelde, kemer sıkma karşıtı politikalara muhalefetini savaş karşıtlığı ve Filistin’le dayanışma ile birleştiren tek parlamenter parti olarak dış politikada ayırıyordu. Ama medyada ve siyasi çevrede bir şamar oğlanı haline getirildiği son siyasi iklimde, Doğu’daki bölgesel seçimlerde daha önce sergilediği muhteşem performanstan yararlanamadı ve kaybetti.

Sol Parti ise, özelde, özellikle de liderlik düzeyinde, İsrail’in eylemlerini mazur gören ve meşrulaştıran dikkate değer bir eğilime sahip.

Bu unsurlardan bazıları ayrıldı ve Sol Parti, kemer sıkma ve sosyal sorunlar konusunda güçlü bir kampanya yürütürken, anti-faşist gösterilerde öne çıktı. Ama bu bile, önemli ölçüde AfD’yi tecrit etmek üzere tasarlanmış, partiler arası devlet destekli etkinliklerden olduğu için, ve devletin Filistin dayanışmasına ve savaş karşıtı protestolara yönelik baskısı ile yanyana cereyan ettiği için, sorunluydu.

BSW, federal cumhuriyetin, özellikle eski başbakan Angela Merkel döneminde, Ortadoğu’nun çatışmalı ortamından gelen mültecileri, özellikle de vasıflı işçileri ve profesyonelleri – Alman egemen sınıfının, ekonominin devletçe karşılanamayan taleplerini karşılamak üzere – Almanya’ya çekmeye yönelik politikasını yansıtan göç politikasını sert eleştiriyor. (Almanya’da 5.000’den fazla Suriyeli doktor bulunuyor).

Şimdi başbakan olması beklenen muhafazakar politikacı Merz ise, AfD’ye verilen desteğin önünü kesmek amacıyla, göçmen karşıtı söyleme hız Verdi. Merkel başbakanken Merz, Merkel’in göç politikasına karşı çıkmaktaydı. Ortamın ne denli değiştiğinin en açık ifadesi, Merkel’in seçim bölgesinde genç bir AfD adayının zafer kazanmasıdır..

Merz’in göç konusundaki performatif politikası, Manş Denizi’ni küçük teknelerle geçen nispeten az sayıda mülteci hakkında şarkı söyleyip dans eden, ancak işverenlerin taleplerine doğrudan yanıt olarak hükümetin onayıyla ülkeye yapılan büyük ölçekli göçmen işçi akışını görmezden gelen ana akım İngiliz politikacıların ikiyüzlülüğünün aynadaki yansıması oluyor.

Bu seçimlerin en olası sonucu, CDU/CSU önderliğinde, SPD’nin küçük ortak olacağı bir “büyük koalisyon”la, büyük ölçekli yeniden-silahlanma politikasının vergileri artırarak, sosyal harcamalarda kesintilere giderek artan oranda finanse edilmesi olacaktır. Bu da, Avrupa genelindeki burjuva politikacıların, Ukrayna savaşı etrafında değişen duruma cevabıdır.

Sol Parti  ve BSW arasında karşılıklı sert suçlamalar oluyor, ancak gerçek şu ki, heterojen de olsa birleşik sol oylar, Doğu ve Batı’dan sol oluşumların Sol Parti’de birlikte çalışmanın bir yolunu bulduğu seviyelere geri döndü.

İşçi sınıfı siyasetinde ise kriz var. Solun bölündüğü ve tutarlı tutum alamadığı konularda, AfD işçi sınıfının bazı kesimlerine ulaşabiliyor.

Sol Parti’deki  bazı kişiler ve özellikle de liderliğindeki kilit unsurlar liberal politikalara ve kimlik politikalarına yaslanırken,  BSW göç konusunda Alman devletinin şimdiye kadarki fiili pratiğini eleştiririyor, alışılmışın dışında politikasıyla kendisini ötekilerden ayırıyor. Ama, genel konumunun anti-kapitalist ve anti-emperyalist doğasını seçmene aktaramıyor; ya da Alman devletinin göç politikasının sofistike eleştirisini, çok sayıda emekçinin bu sorunu nasıl yaşadığıyla birlikte değerlendiremiyor.

Bu çerçeveden bakıldığında, Avrupa solunun hemen hemen tamamı aynı konumdadır.

Nick Wright, Morning Star, 26 Şubat 2025

(Çeviri: M.Yavasca)


[1] Federal seçim kurallarına göre, üç eyalette kazanma, ülke çapındaki oyların sandalye sayılarının hesaplanmasına dahil edilmesine izin veriyor.


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.