Komünal insanlığa geçiş, mevcut insana aykırı dünyanın yığınsal-pratik eleştirisi içinde insanın kendisini dar’a çekeceği, kendisiyle ve geçmişiyle hesaplaşacağı, binlerce yıldır zihinlerde biriken parçalı, mistik bilinç formlarıyla boğuşacağı, toplumu parçalayan iş bölümünün, özel mülkiyetin, metanın, değerin, paranın, pazarın, ücretli emeğin, sermayenin, sınıfların, devletlerin ortadan kalkacağı, halkların içine hapsoldukları pratikleri aşarak evrensel insanlık pratiğine yükseleceği, kadın ile erkeğin birbiriyle sahici uyum sağlayacağı, insanın doğayla ahenk kuracağı uzun bir devrimci dönüşüm döneminin tamamlanmasıyla mümkündür.
Bu devasa dönüşümün izleyeceği yolun ve ortaya çıkaracağı komünal dünyanın nasıl bir şey olacağını öngörmek hiçbir ölümlünün kudreti dahilinde değildir. Çünkü hem kurtuluşa giden yol hem de kurtuluşun kendisi, bütün dünya mülksüzlerinin ortak ve dinamik yaratım süreçleri içinde inşa edilecektir.
Marks, dünyaya nizam vermeye kalkışan bir keramet sahibi gibi, kurtuluş mücadelesinin yol haritasını ve gelecekteki komünal insanlığın mimari projesini hazırlamış değildir. Marks, insanlığı kurtuluşa götürecek pozitif bir bilim geliştirdiğini, dolayısıyla mücadelenin kendini uydurması gereken bir doktrin sunduğunu asla iddia etmemiştir. Marks’ın bütün yaptığı, mevcut tersine dönmüş dünyanın eleştirisinden çıkan teorik sonuçları göstermek olmuştur:
“Dünyanın karşısına doktriner bir ilkeyle çıkıp ‘doğru budur, önünde diz çökün’ demiyoruz. Dünyanın kendi ilkelerinden hareketle dünya için yeni ilkeler geliştiriyoruz. Dünyaya dönüp ‘savaşımlarınızı kesin, aptalcadır, biz size mücadelenin doğru sloganını vereceğiz’ demiyoruz. Biz sadece dünyaya gerçekte ne için mücadele ettiğini gösteriyoruz. Ve bilinç dünyanın istemese de kazanmak zorunda olduğu bir şeydir.” (K. Marks, “Almanca – Fransızca Yıllıklar’dan Mektuplar”, Eylül 1843, METE, İng., c. 3, s. 144.)
Mülksüzler, yabancılaşmış faaliyet içinde ömür tüketirken kendiliğinden kurtuluş bilincine varacak değildir. Mülksüzler, kurtuluş bilincini, yabancılaşmış faaliyetin kendi pozitif mecrası içinde sürüklenirken değil, fakat yabancılaşmış faaliyeti inkâr mücadelesinin adım adım açacağı negatif mecra içinde dönüşürken kazanacaktır.
Kurtuluşun hazır bitmiş bir bilgisi yoktur. Böyle bir bilgi bir yerlerde keşfedilmeyi bekliyor değildir. Hiçbir bilinç götürücüye böyle bir kutsal bilgi vahiy gibi inmiş veya inecek değildir. Kurtuluş mücadelesine ışık tutan teori yine mücadelenin kendi içinden çıkar. Kurtuluş mücadelesi kendi kendini açımlamaya devam ettiğine göre, kurtuluşun teorisi henüz tamamlanmış değildir. Kurtuluş mücadelesi, kurtuluşun kendisini yaratmadıkça, kurtuluşun teorisi tamamlanmış olmaz.
Teori, onu yaratan pratiğe çapayla bağlıdır. Teori, henüz ortaya çıkmamış geleceğin nasıl bir şey olacağını yazma iktidarında değildir. Geleceğin yazılması işi, teorinin değil, fakat geleceği maddeten yaratmak suretiyle “yazacak” olan pratiğin işidir. Komünal gelecek, kendi mücadelesiyle sahici insanlığı adım adım yaratakoyulan işçilerin, mülksüzlerin, ezilenlerin, kısacası, insanlığı inkâr edilen herkesin ortak eseri olacaktır.
Kurtuluş mücadelesi dünya-tarihsel boyuta yükselinceye kadar, proletaryanın bir dizi kalkışması olacaktır. Kurtuluş mücadelesi “bütün geri dönüşlerin imkânsız olduğu” olay ufkuna vardığında, bütün dünya mülksüzleri serini meydana koyacaktır:
“Proletarya devrimleri durmadan kendilerini eleştirirler, kendi akışlarını sürekli kesintiye uğratırlar, daha önce yapılmış gibi görünene yeni baştan başlamak üzere geri dönerler, ilk girişimlerindeki yetersizlik, zayıflık ve zavallılıkla insafsızca alay ederler, hasımlarını sanki yeniden güç toplayıp daha büyük bir güçle karşılarına çıksın diye yere sererler, kendi amaçlarının sonsuz muazzamlığı karşısında zaman zaman irkilip geri çekilirler, ta ki bütün geri dönüşlerin imkânsız olduğu bir durum yaratılıncaya ve bizzat koşullar bağırıncaya kadar:
“Hic Rhodus, hic salta!”* (K. Marks, “Lui Bonapart’ın On Sekizinci Brumiyer’i”, 1851-1852, MESE, İng., c. 1, s. 401.)
* Burası Rodos, haydi atla! Ezop’un bir masalında anlattığına göre, Rodos’ta vaktiyle en uzun atlamayı yaptığını ve şahitleri olduğunu söyleyen bir atlet varmış. Adamın biri atlete şöyle demiş: Şahide gerek yok, burası Rodos, haydi atla! İşte meydan, haydi ne marifetin varsa göster!


sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
