Zonguldak, Türkiye’nin madencilik tarihindeki özel konumuyla yalnızca bir şehir değil, aynı zamanda emeğin ve mücadelenin simgesi. Bu kadim kentin geçmişine ışık tutan iki dikkat çekici eser, okurla buluştu. Biri bir dönem zorunlu çalışma olarak uygulanan mükellefiyet sistemini belgelerle ve tanıklıklarla anlatıyor, diğeri ise savaşın parçaladığı bir ailenin gerçek yaşam öyküsünü gözler önüne seriyor.

Madencilik Tarihine Derin Bir Yolculuk: Üç Nesil Mükellef

Maden Mühendisi ve endüstri tarihi araştırmacısı Ekrem Murat Zaman ile Avukat Ufuk Çeyrek Ural’ın birlikte kaleme aldığı Üç Nesil Mükellef adlı kitap, Zonguldak kömür havzasında 1940’lı yıllarda uygulanan “mükellefiyet” sistemini tüm boyutlarıyla ele alıyor. Kitap, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’nin kendi kömür ihtiyacını karşılamak için çıkardığı yasalar doğrultusunda, binlerce insanın nasıl zorla maden ocaklarında çalıştırıldığını anlatıyor.

Söz konusu sistem, zamanla bir uygulamadan çıkıp bir geleneğe dönüşüyor; dededen toruna aktarılan bir kader haline geliyor. Kitapta bu tarihsel sürecin izleri yalnızca belgelerle değil, yaşanmışlıklarla, dramatik olaylarla ve bireysel hikâyelerle aktarılıyor. Yazarların biri maden mühendisi, diğeri hukukçu olması ise kitaba hem teknik hem hukuki anlamda sağlam bir zemin kazandırıyor.

Üç Nesil Mükellef, yalnızca bir tarih kitabı değil, aynı zamanda emeğin, insan haklarının ve devletin birey üzerindeki etkisinin sorgulandığı bir belgesel nitelikte. Zonguldak’ın neden “emeğin başkenti” olarak anıldığını anlamak isteyen herkesin mutlaka başvurması gereken kaynaklar arasında yerini alıyor.

Göçün Ardında Kalanlar: Göç Ailesiz Bırakınca

Ufuk Çeyrek Ural’ın kaleme aldığı bir diğer eser Göç Ailesiz Bırakınca ise Gürcistan’ın Acara bölgesinden Anadolu’ya uzanan bir göç hikâyesini anlatıyor. Yazar bu romanda, 93 Harbi olarak da bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında topraklarını terk etmek zorunda kalan bir ailenin dramatik yaşam öyküsünü merkezine alıyor.

Roman, savaşın yalnızca cephede değil, insanların ruhlarında da ne kadar büyük yıkımlar yarattığını gözler önüne seriyor. Ailesini savaş ve göç nedeniyle kaybeden bir çocuğun, yıllar süren yaşam mücadelesi içindeki yalnızlığı ve direnci, kitabın en çarpıcı yönlerinden biri. Aile bağlarının kopuşu, kimlik arayışı ve yurtsuzluk hissi; bu göç hikâyesinde içten bir dille işleniyor.

Ural, okuru yüz yılı aşan bir zaman diliminde Acara’dan Zonguldak’a uzanan bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculukta kimi zaman savaşın acımasızlığına öfkeleniyor, kimi zaman bir çocuğun tek başına hayatta kalma çabasına tanık olup duygulanıyorsunuz.

Toplumsal Belleğe Katkı

Her iki kitap da farklı yönleriyle Türkiye’nin yakın tarihine ışık tutarken, toplumsal hafızayı tazeleyen ve geçmişin yükünü bugünün omuzlarına hatırlatan metinler olarak öne çıkıyor. Zonguldak gibi emekle yoğrulmuş bir şehirde, bu tür kitapların kaleme alınması ve yayımlanması, yalnızca birer kültürel katkı değil; aynı zamanda bir vefa örneği olarak değerlendirilmeli.

Yazarların toplumsal duyarlılığı, araştırmacı titizliği ve bireysel tanıklıklara verdikleri önem, her iki eseri de sadece edebi değil, aynı zamanda tarihsel ve sosyolojik açıdan da değerli kılıyor. (Susma/Çaycuma)


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.