Güveniyordum

Oysa ben sevgimize,

Vapur iskelesi

Ya da tren istasyonundaki

Saatin doğruluğu kadar.  /  SUNAY AKIN

         Dün ile bugün arasında uçurumlar var. Her alandaki değişim, elbette trenlere de yansıdı. Trenler de zaman içinde olup bitenlere tanıklık eder. O zamanlar iki tren vardı:

Fotoğraf: Erol Çatma arşivi

İlki; adına türküler yakılan, seferleri 1978’den sonra azalmaya başlayan ve 1990 sonrası raylardan uzaklaştırılarak bir kısmı hurdaya bazıları da müzelere çekilen buharlı lokomotif yani kara tren, diğeri ekspres tren. Babamın köyden arkadaşı olan makinist Şevki Amca, “Buharlıya günlük bakım yapılmadan yola çıkılmaz. Su, kömür ve ateş; olmazsa olmazıdır buharlı trenlerin. Su ikmali, kömür ikmali yapmak gerek. Yoksa yerinden oynatamazsınız koca treni. O da bitti mi işin en zor kısmı olan ateşi döker, sonra yolculuğa çıkarız. Kapkara duman, takip eder treni.” diye anlatmıştı evlerine misafir olduğumuzda. Buharla çalışan trende makinist olmak, her yiğidin harcı değildi anlayacağınız. İki ateşçi ve bir makinist çalışırlarmış trende. Kim bilir nice kavuşmalara, bayramlaşmalara ve sevinçlere şahit olmuşlardır.

         Ben de yaz tatillerimin en güzel anılarını tren yolculuklarında yaşadım. İstasyondan yeni binen yolcunun, elindeki minik karton bileti kondüktöre uzatırken heyecanlandığını fark ederdim. Kondüktör, bir tür zımba ile bu küçük kalın karton bileti işaretlerdi ki kaçak yolcu olmasın. Her duraktan kalkıldığında bu kontroller tekrarlanırdı. Acaba kaçak yolcuları; trenden indiriyorlar mıydı, cezalı bilet yazıldığında onu da ödeyemezse ceza diye ateşçinin yanına gönderip kömür mü attırmışlardır ateş kazanına? Çocuk aklımla hep bunu düşünmüşümdür.

         Kara tren kömürle çalışırdı ya, tünelden geçerken buharlı lokomotifin tepesinden yükselen ve yıllar içinde tünellerin duvarlarına sıvaşan is ve kurum, trenin çıkardığı rüzgârın etkisiyle vagonlara yağardı. Yolculuk bitip de son durak Zonguldak’ta indiğimizde ellerimiz, burnumuzun üstü, gözlerimizin altı kapkara olurdu. Madenci şehrinde mesaisi bittiğinde ocaktan çıkan işçilere benzerdik. Kompartımandaki yarıya kadar açık camlardan bakmayı sevdiğimiz için en çok da biz kapkara olurduk.

Tren; karasıyla, düdüğüyle müzik için de edebiyat için de önemli bir malzemedir. Tren düdüğünün iki ayrı anlamı vardır; ya hasret kavuşturacaktır ya da bir sevgiliyi gurbete götürecektir.

“Kara tren gecikir, belki hiç gelmez

Dağlarda salınır da derdimi bilmez

Dumanın savurur, halimi görmez

Gam dolar yüreğim, gözyaşım dinmez”

türküsünü sılaya dönen sevgiliyi karşılamaya gelen kişiye söyleten de kara tren değil midir?

Dargın ayrılmayalım diye koştum sana dün

Gözlerim vagonları dolaştı üzgün üzgün

Ne çıktın pencereye ne göründün ne güldün

Gözlerim vagonları dolaştı üzgün üzgün

Yolcular arasında aradım seni bir bir

Elimde kaldı yazık çiçeklerimle mendil

Getirmiştim sana bir demet beyaz karanfil

Gözlerim vagonları dolaştı üzgün üzgün.”

         Acaba elinde bir demet beyaz karanfille özür dilemek için istasyona koşan, vagonları tek tek dolaşarak sevgilisini arayan, barışmak için hâlâ umudu olan genç aşığı görünce mi yazıp bestelemiştir Yusuf Nalkesen bu güfteyi? “Büyük istasyonlardaki büyük vedalar için trenler uzun bekler, güzel bir gelenektir.” diyor Abdulkadir Budak, Ev Zamanı romanında. O kadar çok şarkı, türkü var ki duygularımızı trenle dile  getirdiğimiz…

Bazen ağıttır, bazen içimizi kıpır kıpır eden bir Lüleburgaz türküsündeki gibi derdini neşeli neşeli anlatan

“Ah tren kara tren, kara tren

Odur yâri götüren,

Kumralım, güzelim aman yandım valla

Seversen mektup yolla…”  türküsüdür.

Müziğin ve kitabın en çok yakıştığı ulaşım aracı olan tren; edebiyata sıkça konu olmasının yanında edebiyatseverleri de sıkça konuk etmeyi sürdürecektir. Yeğenim; Orhan Pamuk’un, konusu Kars’ta geçen Kar romanını okumak için Kars’a trenle seyahat etmişti. İçinde hüzün, yalnızlık, gurbet, emek, sevinç, vuslat olan daha çok tren şiirleri yazılacak, türküleri söylenecek ve romanlarda yer alacak tren. Hem edebiyata hem müziğe ilham olan kara trenin dışında bir de ekspres trenler vardı. Onlar, genellikle başlangıç ve varış istasyonları arasında az sayıda duran ya da hiç durmayan, güzergâhları boyunca tüm durak ve istasyonlarda duran yerel trenlerden daha hızlı hizmet sunan yolcu trenleridir.

Bu trenlerin saatleri, kara bir tahta üzerine yazılırdı o zaman “istasyon” dediğimiz garda. Asıl ilginç olan, tren saatleriydi. Karabük’ten 07.10’da kalkan tren; Bakacakkadı’ya 08.41’de, Kayıkçılar’a 08.46’da, Çaycuma’ya 08.54’te, Filyos’a 09.26’da, Işıkveren’e 09.46’da ulaşırdı. Üç beş dakikalık gecikmeler hiç olmaz mıydı?  Hayır, hiç olmazdı. Bir dakika bile sarkma, gecikme olmazdı. Kolunuzdaki saat doğru işliyorsa eğer gardaki kocaman saat de aynı olurdu ve tren, tam saatinde dakikası dakikasına garda olurdu.

Otobüsler öyle midir? Kalkmak üzere olan otobüse koşarız, diğer yolculara ayıp olmasın diye. Otobüs, gelmeyen yolcuyu birkaç dakika bekler ve diğer yolcular, bu birkaç dakikalık gecikmeyi hoş görebilir. Tren farklıdır. Hareket etmişse onu yakalamak artık pek mümkün değildir.Tren demek demiryolu demektir. Demiryolu kültürü önemliydi. Hızla giden trenden atılan gazeteler vardı. Çocuklar; bu günlük gazeteleri alır, okur, evine götürür, evdekilerin de okumasını sağlardı. Herkesin her şeye hele hele de gazeteye, kitaba çok da kolay ulaşamadığı zamanlardı. Yolcular ve özellikle öğretmenler, herkes okusun diye hızla ilerleyen trenle, insanların olduğu yerlerden geçerken gazete, kitap fırlatırlardı trenin yarıya kadar açılan penceresinden.  Bugün eli kalem tutan pek çok insanın yetişmesinde mutlaka önemli bir rolü vardır o güzel insanların. İyi ki de yapmışlar, rahmetle, şükranla…

Raylı taşımacılık tüm dünyada olduğu gibi bizde de çok gelişti elbette. Metrolar, tramvaylar, hızlı trenler… Hiçbirine türküler yazılmadı, ağıtlar yakılmadı. Hiçbiri; dumanı, düdüğü, gürültüsü, kömür karasıyla kara tren kadar anılarımızda yer almadı. Kara trenle eskiden Anadolu’nun ücra kasabalarından İstanbul’a ya da başka büyük şehirlere yapılan yolculuklar, insanların umuda yolculuğuydu. İnsanları sevdiklerine kavuşturan tek uzun yol ulaşım aracı olan kara trenin kendine özgü sesi, hâlâ kulaklarımda çınlar. Türk filmlerinde elinde ahşap bavuluyla başrol oyuncusunun İstanbul’a gelişini simgeleyen Haydarpaşa Tren Garı’nı ancak üniversite yıllarımda gördüm. Tabii ben o başrol oyuncuları gibi İstanbul’a uzun uzun bakıp “Seni yeneceğim İstanbul!” diye bağırmadım. Ben İstanbul’u yenmek, İstanbul’da tutunmak değil turistik gezi için gitmiştim. Artık o buharlı lokomotifler, birkaç müzede ya da turistik bazı mekanların bahçelerinde sergileniyor. Keşke kara trenle yapılan nostaljik yurt gezileri daha çok olsa… Muhteşem bir doğanın içerisinde, tarihî istasyonlara uğrayarak bilinmeze gitse trenler…

Hız çağında saatte 250 kilometre ile gitmek varken 40 kilometre ile gitmek ne kadar keyifli olur, bu da tartışılır tabii.  Yine de “Tren gelsin, hoş gelsin.” ama bütün odaları dolu gelsin.

Aynur MUSLU/Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Aynur Muslu Kimdir?

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesinden 1984’te Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak mezun oldu.

Otuz yıl özel okullarda ve özel dershanelerde çalıştı. Yabancılara Türkçe diksiyon dersleri verdi. Sosyal medyada ve çeşitli mecralarda “Türkçeyi tam ve doğru kullanalım.” konulu programlar yaptı. Çeşitli kitap kulüplerinde moderatörlük yaptı.

Otuz sekiz yıl büyük bir aşkla yaptığı mesleğini 2023’te tamamladı ve büyük şehir İstanbul’dan ayrılarak memleketi Zonguldak’a döndü. Şimdi Merkez’e bağlı Beycuma beldesinde yaşıyor.

Halen editörlük yapıyor, özel olarak üniversite hazırlık dersleri veriyor, arka planında yaz dönemlerinde çocukluğunu geçirdiği Beycuma ve Zonguldak’ın olduğu bir roman çalışması var.

Aynur Muslu, köyünden çıkıp üniversite okuyan ilk kadın. Kendisine “İdolüm sizsiniz.” diyen ve şimdi arkadaşlık yaptığı öğretmen arkadaşlarıyla köyündeki kadınlara dokunmaya, onların farkındalığını yükseltmeye çalışıyor.

İki çocuk annesidir.


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.