“Özgür bir dünyaya ulaşıncaya kadar okumak zorundayız.”
Eşinden kalan dul ve yetim aylığı, tek başına bir ev almaya yetmeyen iş kazası tazminatı ve pek çok komşu kadın gibi, madene inen işçiler için diktiği elbiselerden kazandığı para ile iki odalı bir ev aldılar ve EKİ[1] lojmanından çıktılar. Yağmurdan, güneşten koruyan koca bir çınar oldu Safiye Hanım, hem Erdal’a hem de Erdal’dan birkaç yaş küçük kızına.
Safiye, köyde yetişmişti. İlkokuldan sonra okuyamamıştı ama öngörüsü yüksek, algısı açık, güçlü bir kadındı. Duygularını kontrol edebiliyor, çocukları yanındayken hep tebessüm ediyordu. Onların hem annesi hem babasıydı artık. Çocuklarının hayata karşı tavır alırken güven duygusu kazanmasında etkili olacak ve arkalarında varlığını hissettirecek bir babaları yoktu çünkü. O da iki çocuğunun kabuk tutan yarasını kimsenin kanatmasına izin vermedi. Gülüşüyle, öpücükleriyle sardı sarmaladı Erdal’ı da kızını da. Küçücük evlerinde kocaman bir sevgi evreni kurdu çocuklarına. Tepe sürgünü kırılmış iki çam fidanıydı onlar. Ancak yanlarında Safiye gibi bir anne vardı ve bu iki yetim; yeniden sürgün verecek, yeni baharlara hazırlanacaktı.
Safiye, çocukları uyuyup da gecenin bir yarısı yalnız kalınca makinenin başından kalkıyor; çocuklarından başka kendisini anlayacak kimse olmadığı için sessizce gözyaşı döküyordu. Kızı küçüktü ama Erdal büyüyordu, onların eğitimi ile ilgilenmeli, ikisine de yollar çizmeliydi.
Safiye de köyündeki pek çok çocuk gibi Nuran Teyze’nin anlattığı masallarla büyümüştü. O da şimdi aynı masalları anlatıyordu çocuklarına. O masallarda hep iyiler kazanıyor, kötüler cezalandırılıyordu. Safiye Hanım biliyordu ki masallar, çocuğun zihinsel gelişimine katkıda bulunurken olmayanı düşünmesine yani hayal kurmasına olanak verir. Bu da çocukların gelişmekte olan iç ve dış dünyasına katkıda bulunur ve yaratıcı düşüncelerini harekete geçirir. Erdal, daha ilkokuldayken annesinin anlattığı masalların benzerlerini kız kardeşine anlatabiliyordu. Bunların çoğu Erdal’ın hayal gücü ile yarattığı masallardı. Bazen öykü bazen de şiir okuyordu Safiye Hanım çocuklarına. Erdal’a her gün bir sözcük veriyor, “Anlamını iyice öğrendikten sonra bu konuda kısa bir şiir yazacaksın!” diye ödevlendiriyordu. Bu şiirleri bir deftere not ediyor, bazılarını da çeşitli çocuk dergilerine gönderiyordu.
“Balonlarım” şiiri Doğan Kardeş[2]’te çıkınca öğretmeni de Erdal’ın şiir yazdığından haberdar oldu ve kendi cebinden ödeyerek aldığı öykü kitabını hediye etti Erdal’a. Reşat Nuri Güntekin’in[3] yazdığı “Kirazlar” öyküsü ilk sayfalardaydı.
Bu kısa ama derin öyküde, insanların diline düşen dedikoduların ardında saklı kalan sessizlik anlatılıyordu. Erdal öyküyü okurken hem mahcup oldu hem de düşündü. İnsan bazen neye bakıyor da neyi göremiyordu? Bir olayın önünü arkasını, yanını yöresini düşünmeden yargılayıp işin aslını öğrendiğimizde sadece pişmanlık hissederiz. Bu da vicdanımızı sorgulamaya yeter. Reşat Nuri’nin bu konu üzerinde durması çok hoşuna gitti Erdal’ın. Ön yargılı olmamak gerektiğini bu öyküyle daha ortaokul sıralarındayken öğrenmişti.
Aynı kitapta Sait Faik Abasıyanık’ın[4] “Karanfiller ve Domates Suyu” öyküsünü de okumuş ve beğenmişti. Fakir, donanımsız, üstelik de engelli insanların doğaya karşı verdiği mücadele, başarma azmi ve kazandığı zaferin yaşattığı mutluluğu anlatıyordu Sait Faik.
Gözü biraz sola kaydığı için köylülerin Kör Mustafa dedikleri adamın, bakımsız bir toprağı bir yıl boyunca kazma kürekle, yetmediği yerde tırnaklarıyla taşlardan, zararlı otlardan temizlemesi, kıraç topraktan su çıkarması, emeğin hırçın doğaya üstün gelmesi, alın teri ve azmin kutsallığı çok etkilemişti Erdal’ı.
Bir insan ne kadar güçsüz olursa olsun karar verirse arzu ettiği şeyi başarabilirdi.
Erdal da hayata karşı dimdik durmayı başarabilirdi. Mademki görme özürlü Mustafa; küçücük, ücra bir köyde kendi başarı hikâyesini yazmıştı; Erdal da hassas bünyesi ile kendi mücadelesini kazanabilirdi.
Daha ortaokulu bitirmeden hemen hemen bütün öykülerini okudu Erdal, Sait Faik’in. Bu öykülerde günlük yaşamda varlıklarını hiç hissetmeyeceğimiz, her zaman her yerde karşımıza çıkabilecek sıradan insanlar anlatılıyordu. Erdal, yazarın anlattığı İstanbul’u hiç görmemişti ama arka sokaklarda, izbelerde yaşayan kişiler, Zonguldak’ta da vardı. Burada da çocukları, “tutunamayanları”, bir köşeye itilmişleri, balıkçıları, farklı meslek gruplarında çalışan kadın ve erkekleri, genellikle günlük işlerde çalışan işçileri, devlet memurlarını yani küçük insanı her yerde görmek mümkündü. Küçük insanları, sevgiyle donanmış bir yaşama sevinciyle kucaklıyordu yazar.
Türkçe öğretmeni, Erdal’ın okumaya olan ilgisini biliyordu ve ona özellikle zaman ayırıyordu. Bir keresinde Yaşar Kemal’in “Beyaz Pantolon” öyküsündeki çocuk kahraman Mustafa’nın başına gelenleri birlikte yorumlamışlardı. Çalışan ama hakkı verilmeyen çocuk işçilerden biriydi ayakkabı tamircisinin çırağı Mustafa. Kendisine beyaz bir pantolon diktirebilme hevesiyle üç günlüğüne tuğla ocağında çalışmayı kabul ediyordu sekiz on yaşlarındaki çocuk. Tuğla ocağında çalışan Cumali’ye yardım edecek, ocağı sürekli yanar halde tutacaktı. Cumali acımasız, çıkarcı bir adamdı. Mustafa; çalışkanlığıyla beyaz pantolon için gereken parayı hak etmişti ama Cumali, Hasan Bey’e çocuğun sürekli uyuduğunu söyleyince Mustafa’nın hak ettiği paranın bir kısmını da kendisine almış, böylelikle Hasan Bey, Mustafa’ya eksik para vermişti. Yaşar Kemal emeğe karşı zorbalığı, şiddetin dayatmasını, buna rağmen umudu, en zor anlarda parlayan ışığı Mustafa’nın hikâyesiyle anlatmıştı Erdal’a. Ayakkabı tamirhanesindeki ustası; Mustafa’nın pantolon için eksik olan parasını “Yevmiyenden keseriz, azar azar ödemiş olursun.” diyerek tamamlamış “umudun hep var olduğunu” göstermişti Erdal’a.
Erdal’ın duygu ve düşünce dünyasının şekillenmesinde annesinden dinlediği masallardan sonra en etkili ilk isim Sait Faik’ti. Onun ilk öykülerinde anlattığı kişileri sevmiş, böylece o kişilerin benzerlerini kendi çevresinde de görecek farkındalığa ulaşmıştı.
Yaşar Kemal’den giderek de yoksulları, ezilenleri, zulme uğrayanları, emekçileri, memleket insanını, çocuk işçileri tanıyordu Erdal. Bunca yoksulluğa, yoksunluğa, acıya rağmen hayatın bu yanını anlatan öyküleri okurken mutlaka bir çıkış yolu bulunabileceğini, umudun hiç bitmeyeceğini öğreniyordu.
Daha ortaokuldayken başlayan okuma serüveni İnce Memed’le[5], Bereketli Topraklar Üzerinde[6] ile, Yılanların Öcü[7] ile, bu bölgeyi ve bölge insanını anlatan Yanartaş[8] ile devam etti.
Özellikle Anadolu coğrafyası ve insanı, köylerdeki toprak kavgaları, ağa-köylü, zengin-fakir, güçlü-güçsüz, ezen-ezilen, öğretmen-imam çatışması, köyden kente göç ve sonuçları, dar gelirlinin sorunları ve geçim mücadelesi konulu romanlar okuyarak hayatı öğrenmeye başladı ve giderek bilinçlendi.Okuduklarını, arkadaşlarına da okutuyor, daha sonra birlikte çıkarımlar yapıyorlardı.
Kardeşten yakın dostları oldu Erdal’ın. Her koşulda ayakta durabilmesi gerektiğini öğreten iyi yürekli, yetenekli, becerikli ve anlayışlı öğretmenleri oldu.
Erdal, iyi beslenme alışkanlıklarıyla vücudunu sağlıklı ve hastalıklardan uzak tutarken, iyi kitaplar okuyarak da zihnini olumlu ve üretken düşüncelerle beslemişti. Bu üretken düşünceler, hem sosyal yaşamında hem de iş yaşamında kazandığı başarılarda büyük rol oynamıştı.
Bir insan tam anlamıyla ne düşünürse o doğrultuda biçimlenir. Bu da iyi kitaplar okumadan oluşmaz. Bilgi dağarcığımızda (beynimize) depoladığımız bilgiler de sahip olacağımız görüşler ve nasıl düşüneceğimizle ilgili olarak doğrudan bir etkiye sahiptir. O halde beynimize gereken yüklemeleri, tam ve zamanında, en doğru eserleri seçip okuyarak yapabiliriz.
Aynur MUSLU
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
[1] EKİ: Türkiye Kömür İşletmelerine bağlı Ereğli Kömür İşletmeleri. Kurum, 1983’te
ayrı bir genel müdürlüğe dönüştürülerek TTK adını aldı. Bölge insanı tarafından
“şirket” diye de bilinir.
[2] Doğan Kardeş: Türkiye’de 1945-1993 arasında aralıklar ile yayınlanmış popüler
çocuk dergisidir.
[3] Reşat Nuri Güntekin: Milli Edebiyat Döneminde önemli bir yeri olan Çalıkuşu,
Yeşil Gece, Yaprak Dökümü ve Anadolu Notları gibi eserlere imza atmış Türk roman,
öykü ve oyun yazarıdır.
[4] Sait Faik Abasıyanık: 1906 – 1954, Türk hikâye ve roman yazarı, şair. Türk
hikâyeciliğinin önde gelen yazarlarından birisi olan Sait Faik, çağdaş hikâyeciliğe
yaptığı katkılar nedeniyle Türk edebiyatının köşe taşlarından biri olarak kabul edilir.
[5] İnce Memed: Yaşar Kemal’in ağa-köylü çatışmasını anlattığı, 1955 ile 1987
arasında yazdığı ve dört ciltten oluşan roman serisidir.
[6] Bereketli Topraklar Üzerinde: Orhan Kemal’in yazdığı, 1954 tarihli romandır.
Romanda, para kazanmak umuduyla Sivas’ın bir köyünden ayrılıp çalışmak üzere
Çukurova’ya göç eden üç arkadaşın başından geçenler anlatılır.
[7] Yılanların Öcü: Fakir Baykurt’un 1954’te kaleme aldığı, 1958’de yayımlanan romanı.
1950’li yıllarda Türkiye’de bir köyde yaşanan toprak kavgasıdır. Eşitsizlikleri dile
getiren, güçlü-güçsüz mücadelesini yansıtan bir köy romanıdır.
[8] Yanartaş: Mehmet Seyda’nın Zonguldak klasiği sayılacak iki ciltlik romanı.
1937-1944 yılları arasında önce memur, sonra asker olarak bulunduğu Zonguldak
ve çevresindeki gözlemlerinden yola çıkarak yazdığı roman.

sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
