“Bu evren her gece ne gömlekler diker! 

Kimini gelen, kimini giden giyer. 

Her gün nice sevinçlerle dolar dünya, 

Nice dertler toprağa karışır gider.”

                                                Ömer Hayyam

Birkaç gün sonra Gülden Hanım’ın evinin dikiş atölyesine çevrilmiş, geniş odasındaydı Feride.

“Ferideciğim beni izle bugün. Bakalım ne düşüneceksin. Sonra karar ver.”  Öyle yaptı Feride. Gülden Hanım’ı ve dikiş makinesini en iyi görebileceği koltuğa oturdu. Gülden Hanım çalışırken makasının çıkardığı sesleri duydu önce. Her makas kesiğini, kumaşı delen iğnenin sesini, ipliğin çekilirken çıkardığı sesi, zaman zaman makinenin yüksek sesini duydu. Ütü vurulmuş sıcak kumaştan çıkan buharı kokladı. “Biz iğnenin gözüne baka baka kazandık şimdiye kadar nafakamızı.” diye özetliyordu bu çılgın bir yaratıcılık gerektiren mesleğini.

Provaları tamamlanmış, teslime hazır kostümler inanılmazdı ve onları yaratan insan, daha da etkileyiciydi. Sürfile, teğel, kömür ütüsü, prova, yüksük, tela, kalıp, pot, kup, mezura, tebeşir gibi pek çok sözcüğü o gün öğrendi Feride. “Terzinin işi kötü, yüzünü ağartan ütü.” diyordu Gülden Hanım. Mesleğini icra eden her usta kişi gibi, Gülden Hanım da yaptığı hataları gizlemeyi, olumsuz yönleri arka plana atmayı biliyordu. 

Tatlı kadındı Gülden Hanım. Sakin sakin anlatıyordu her yaptığını, kestiği kumaşın özelliğini. Şönil, şifon, Şile bezi, tela, triko, tülbent, teri koton… En çok da kadife, divitin, pazen ve Almanya’dan gelen naylon kumaşlar… Kumaşı, renkleri, elbette ki dikim tekniğini, dahası güncel giyim tarzlarını, mesleğin değişmez kurallarını anlatıyordu. İyi bir terzi, müthiş bir göze ve yeteneğe sahip olmalıydı.

Kumaşın üzerine koyduğu kalıbı, tebeşirle kumaşa kopyalıyor, böylece net dikiş hatlarını işaretliyor, ondan sonra kesiyordu kumaşı. Tabii dikiş payını bırakarak… “Ütünün buharıyla çıkıyor sonradan bu çizgiler Ferideciğim.” diyordu bir yandan kalıp çıkartırken.

Kırmızı keten kumaşla gelen kadının adını yazdı önce deftere. Gömlek dikecekti. Kol boyundan, boyun çevresine, göbeğinden, sarkık memelerine kadar ölçtü ve defterinde yeni açtığı sayfaya not aldı.

Çok yoğunum, diye yeni sipariş almıyordu ama bu hanım araya ricacılar koymuştu. Tamirat ve tadilat zaten yapmıyor, özel siparişler alıyordu. Paça kısaltan, bel daraltan yerler, zaten terzihane değil tadilatçılardı. Oradaki terzi kişinin önüne “Takım elbise kalıbı kes bakalım!” diyerek metrelik kumaşı koyduğunuzda yüzünüze boş boş bakacaktır ama Gülden Hanım’ın yaptıkları öyle miydi? Karşısındaki bedenin zaaflarına, özelliklerine yahut olanaklarına göre özel giysi üreten gerçek bir terziydi o. Zira kadın giyimi, ayrı bir estetik, ayrı bir sanat gerektiriyordu. Sanattı çünkü yaratıcılığını da kullanıyor, küçük dokunuşlarla giysiye farklı bir hava veriyordu; bu, terzinin imzasıydı adeta. Belediye Başkanının hanımı da ona geliyordu her bayram öncesi. Önemli iş adamlarından, politikacılardan, akademisyenlerden bir kısmının onlarca yıldır aynı terziden giyinmesi boşuna olmasa gerek… Tıpkı onlar gibi Gülden Hanım’ın da daimi müşterileri vardı.

Raftaki renkli, güzel kumaşların nereden alındığını merak ediyordu Feride. O bilmiyordu kumaşçılar çarşısının her yerleşim yerinde olmadığını ama her ihtiyacı karşılayabilen hem kaliteli hem ucuz bir mağazanın Zonguldak’ta da olduğunu. “Sümerbank’ı gördün mü hiç?” dedi Gülden Hanım. Görmemişti Feride. Doğum, bayram, nişan, düğün hatta cenazelerde bile alışveriş yapılan bir yerdi Sümerbank. Giyimin dışında evlerimizin bütün odalarına hatta ruhuna işlemiş bir mağazaydı. Çocukluğumuzda kaliteli ve ekonomik alışverişin yapıldığı tek yerdi.

Çiçekli, çizgili desenler, pötikare, ekose ve daha niceleri… Günlük elbiselikler, pijamalıklar, nişanlıklar, çeyizlikler, ev döşemeleri, yatak yüzleri, çarşaflar, nevresimler, yastık kılıfları, perdelikler, çeşit çeşit kumaşlar… Babam da Sümerbank’tan alırdı pek çok şeyi. Bir ara okul ayakkabılarım da Sümerbank’tan alınıyordu Tek tip deri ayakkabılar… Çocukken hiç sevmezdim o çok sağlam ama o dönem bana çok zevksiz gelen ayakkabıları.

Gülden Hanım’a dikim için gelen kumaşların çoğu da Sümerbank’tan alınmış olanlardı. Annesi de terzilik yaptığı için çocukluğu bu kumaşlar ve danteller arasında geçmişti Gülden Hanım’ın. Çocukluğundan bu yana haşır neşirdi kumaşlarla. O yüzden en çok Sümerbank’ın cıvıl cıvıl basma, pazen, divitin, akfil ve poplinlerini seviyordu. Renk renk parlak satenleri, kar gibi patiskaları ve daha nicelerini…

“Kumaşların da aslında bir dili olduğunu fark ettin mi Ferideciğim? İlerde sen de anlayacaksın Onları satın alanların ne kadar prestijli olduğunu, aldığı kumaşların kalitesinden anlayabileceksin. Yani getirdiği kumaşa bakarak müşterinin ekonomik durumunu, zevkini, tarzını anlayacaksın. Annem de genç kızken eğitim alıp uzun yıllar terzilik yapmıştı. Tüm ailenin dikişlerini diktiği gibi dışarıya da dikiş dikerdi annem. Gelinlikten, abiye kıyafetlere, tayyörden pijamaya kadar evde değişik giysiler dikildiği için çocukken bile kumaşla aram çok iyiydi benim. Kumaşları annem sayesinde daha çocukken tanıdım. Annem de mesleğinin tüm inceliklerini öğretmeye çalıştı bana.”

Konuşkan bir hanımdı Gülden. Bildiği ne varsa tebessüm ederek anlatıyordu.

“Hadi ilk iş günün hayırlı olsun Ferideciğim. Birkaç gün beni izledin, gördün. Bugün sen de teyel yap, sürfile yap. Başlayalım artık.” Daha önceden kesip kaldırdığı bir kumaşı alıp bir parçasını Feride’ye uzattı. “Bak şimdi ben ne yaparsam sen de aynısını yap. Önce elindeki üst üste koyduğum parçaları birbirine tutturacağız.  Kesimden sonraki ilk işimiz bu Ferideciğim. Dikişlerin küçük olması gerekmez ama kumaşı tutması için art arda biri uzun, biri kısa dikiş daha iyi sonuç verir. İpliğin ucuna bir düğüm atarsan, asıl dikiş dikildikten sonra teyel ipliğini çekip çıkarmak kolay olur.”

O gün iki hanım geldi provaya. Öğleden önce gelen hanım, terzi jargonunda “çıplak prova” denen ilk provaya, öğleden sonra gelen de ikinci prova “telalı prova” ya çağrılmıştı. “Üçüncü ve son provada giysi meydana çıkar, son rötuşları yapar, hemen ardından giysiyi teslim etmeden önce bir fotoğrafını çekeriz. Ben de bu şekilde kendi arşivimi oluşturuyorum.” dedi Gülden Hanım.

Her terzi, diktiği elbiselerin fotoğraflarından oluşan albümle kendi modelini, kendi tarzını yaratmış olurdu. Her biri kişiye özgü tasarlanmış, dikilmiş bir kıyafetti ve şimdiki gibi “pişti olma” ihtimali hiç yoktu.

Kişinin bedenine uygun biçilip dikilmiş kaliteli bir elbise, giyenin ne kadar ince, şık, zarif, zevkli, zengin olduğunun bir göstergesi olduğu kadar terzisinin de ne kadar zevkli, yaratıcı, şık bir tasarımcı olduğunun kanıtıydı. Ayrıca terzinin bu kadar disiplinli ve titiz çalışma sonucu ürünü söz verildiği tarihte teslim etmesi o yıllarda verilen sözün, iş disiplininin, meslek ahlakının ne kadar önemli olduğunu gösterirdi.

Gün biterken Gülden Hanım “Terziye ‘Dinlen!’ demişler, ayağa kalkmış.” derler ama biz dinlenelim, hadi birer çay koy Ferideciğim.” demiş ve elindeki kumaşı katlayıp dikiş masanın bir kenarına bırakmıştı.

                                                                       Aynur MUSLU Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.