Alaattin Kara
Üzülmez Dispanseri olarak açıldıktan sonra müdürlük binası, memur pansiyonu ve güzel sanatlar fakültesi olarak kullanılmış iki katlı uzun yapıyı fotoğraflarken rastlıyorum ona. Karadeniz gemilerinde doğmuş, güvertelerinde gezinmiş çocuklar adına yapılmış olmalıydı. Karadeniz’de her koya, kasaba ve şehre uğrayan yolcu vapurlarından Tarı, Tırhan, Ertüsk, Aksu, Marmara, Cumhuriyet… İğne odasına gitmeden önce açık denizlere kaçmak isteyen maraz bir çocuğa iskele uzatılıyor gemiden. Kılavuz gemileri eşliğinde ağır ağır limandan uzaklaşırken uzun uzun üç vapur düdüğü selamlıyor çocuğu. “Haydi, yeter ama!” diyor çocuğun annesi. Duymazdan gelince çocuk, kucağına aldığı gibi iğne odasına çıkartıyor annesi. Düşünden vazgeçmiyor çocuk. Oysa annesi dispanserin iğne odasından korktuğunu sanıyor.
Tırhan, Zonguldak Limanı’na girmek için açıkta demir atıyor. Havada eylül fırtınası var. Sis düdüğü amansızca ötüyor Balkayası’nda. Fırtınalı havanın uğultusu, endişeli kalabalığın içinde koşuşturan görevlilerin bağırtılarına karışıyor. Karadeniz’in kara gemisi Tırhan limana uğramadan yoluna devam edip Balkayası burnunda gözden kayboluyor. Büyük ağabey, babasıyla birlikte Zonguldak limanına girmeyen geminin arkasından telaşla bakınıyor. “Sen eve git sobayı yak, ben anneni ve kardeşlerini alıp geleyim,” diyor babası. Fırtınalı denizde gözden kaybolan hayalet gemiyi kiraladığı jeep ile karadan takip etmek için yola çıkıyor. Kamarotlar, güvertede ıslanmamak için fındık çuvallarının arasına sığınan üç çocuklu anneyi alt kamaralara yönlendiriyor. Tırhan, dalgalı sularda zorlu bir deniz yolculuğu sonucunda Ereğli Limanı’na iskeleye yanaşıyor. Su durulmuş, annenin korkusu yerini umuda bırakmış; çocuklarını, fındık çuvallarını, bal tenekelerini, turşu ve pekmez bidonlarını emniyetli bir şekilde karaya indirebilmişti. Çocuk, annesi ve ağabeyleri ile birlikte kalabalığın içine şaşkın ve çaresiz bakarken gelenlerin arasında babasını gördü. Artık emin ellerdeydi.

Porsenel Fincanları İlk Kez Gemide Görüyor
Karadeniz seferi yapan siyah yolcu gemileri gitmiş, yerine beyaz yolcu gemileri gelmişti. Çocuk büyümüş, yanlarında anne babaları olmadan ağabeyleri ile birlikte tek biletle Marmara gemisine binmeyi başarmıştı. Gemi yolculuğunun keyfini çıkarmak istercesine güvertede bir o yana bir bu yana koşmak istiyordu ama kendisinden üçer yaş büyük ağabeyleri tarafından koşmasına izin verilmiyordu. Aksi takdirde, bir daha asla vapura binemezdi. Babası öyle söylemişti. Kamarotlar, “Bu çocuğun anne babası nerede, çocuklarına niçin sahip çıkmıyorlar?” diye söyleniyordu. Hava açık, yıldızlar parlaktı. Karanın ışıkları görünmez olunca alt güvertede, göz kulak olunması için babasının ricacı olduğu ailenin yanına indiler. Onlar gibi arkalarını kumanya çuvallarına verip battaniyelerin altında uyumaya çalıştılar. Deniz çalkantılıydı. Güvertede dolaşılmaması için gemi hoparlöründen sürekli uyarı yapılıyordu. Yemek salonundaki piyanodan yayılan ‘Kâtibem’ şarkısının ritmi ile gözleri yemek salonuna yöneldi. Kahvaltı saati gelmişti.
“Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur.
Kâtibime kolalı da gömlek ne güzel yaraşır.”
Yemek salonunda genellikle lüks ve birinci mevki kamaralarda kalan yolcular yemek yemeyi tercih ederlerdi. Görevlilerin saygılı davrandıkları, kaptan olduğunu düşündükleri beyaz giysili adam çocukların ilgilerini çekti. Büyük ağabey, kendilerinin de orada kahvaltı yapıp yapamayacaklarını soruyor kaptana. Ortancası paralarının olduğunu söylüyor gururla. Kaptan, bıyık altından gülerek üç afacan çocuğa okula gidip gitmediklerini soruyor. “Gidiyoruz,” diyorlar öğünerek. Çocukların masasına özenle servis yapılıyor. Kahvaltı yapanlara bakıp tabaklarındaki yiyecekleri onlar gibi yemeye akıl ediyorlar ama beceremiyorlar. Çayın personel fincanlarla içildiğine ilk kez orada görüyor çocuk. Çatalını zeytine batırmakta zorlanıyor. Salon görevlisi onlardan para almadığı gibi tabaklarını ikinci kez dolduruyor. Alafranga diye adlandırılan klozet taşını da ilk kez gemi de görüyor, bir anlam veremiyor çocuk.

Güneş yükselirken güverte gezinmelerine şartlı izin çıkıyor. Yunus balıklarının gemileriyle yaptıkları yarışı izliyorlar. “Gemiden geri kalınca intihar ederlermiş,” diyor büyük olanı. Geminin hızlı gitmemesini diliyor çocuk. Gemi, Sinop ve Samsun limanlarına uğrayıp ambarlara yük alıp yük boşaltıyor. Ordu açıklarında gün doğmadan denize atılan çapanın gürültüsüyle uyanıyorlar. Vapurun güverte korkuluklarına tutunmadan ayakta duramıyor çocuk. Motorlar, gemiye yanaşırken dalgalarla birlikte yükselip alçalıyor. Dalgalar geri çekildiğinde geminin iskelesi askıda kalıyor. Yolcuların inip binmesi için dalganın tekrar yükselmesi bekleniyor. Her yükselen dalgada birkaç yolcu birden kayığa geçebiliyor. Sabahın uyku sersemliği ile motorlara binmede zorlanıyor çocuk. Tecrübeli gemi adamları merdivenlere dizilip yolcuları motorlara bindirmeye çalışıyor. Çocuk, çanta gibi elden ele motora geçiyor. “Bu çocukların sahibi kim?” diye bağırıyor motorcu.
Okullar Açılıyor
Beyaz gemilerde yalnız yolculuk yapabilecek kadar büyümüştü. Okul zamanı dayanmış, kayıtlar başlamıştır. Okulların açılmasına yakın her ailede okul telaşı olur ama fındık sonrası Karadenizli ailelerin okul telaş daha başkadır. Bunun için aylar öncesinden gemi seyahat şirketinden bilet ayırtmak gerekir. Çocuk, yeni öğrenim yılında ortaokula kayıt yaptıracaktır. Geri dönüşünü tek başına yapacağı için gemi bileti erkenden alınır. Koyun yünlerinden yapılmış rengârenk desenli döşek ve yorganlar, fındık çuvalları, bal ve pekmez tenekeleri atların terkisinde bir gün öncesinden Ulubey kasabasına ulaştırılır. Kasabanın hanında dinlendikten sonra ertesi gün kamyonetlerin kasasında refakatçileri ile birlikte şehre iner. Çocuk, geminin dönüş saatini beklerken, bilet bulamayan Zonguldaklı komşularına rastlar. Komşusunun ellerinden tuttukları küçük Mustafa’nın da ilkokula gitmesi gerekiyormuş. Güneş batmıştır. Ege vapurunun ışıkları görünür olunca kıyıdaki teknelerde hazırlık başlar. Tekneler, sahilden aldıkları yolcuları yükleriyle birlikte açıkta demirleyen gemiye yetiştirirler. Yükler yakınları aracılığı ile gemiye çıkartılıp küçük Mustafa ile birlikte güvertenin korunaklı yerine yerleştirilir. Mustafa’nın yanına eklenmesi gemide yalnız seyahat etmenin verdiği mutluluğa engel olmaz. Büyüklerinin kendisine duydukları güven duygusuyla özgüveni doruğuna ulaşır. Gece el ayak güverteden çekilince battaniyelere sarılı yün yatak ve yorganlar özenle üst güverteye serer çocuk. Ilık bir eylül akşamında Ege gemisinin güvertesindeki iki çocuk su hışırtıları eşliğinde uykuya dalarlar. Samsun Limanı’na yanaşan gemideki turistler, rengârenk döşek ve yorganın içinde derin bir uykuya dalmış iki çocuğun fotoğrafını çekmeye başlar.
Turşu Suyu Deniz Tutmalarına Karşı İyi Gelir
Anadolu kentlerinden gelip iş güç sahibi olan ilk gurbetçiler, ardından gelecek olan hemşerilerine de yol açıp onları yabancı bir kentte tutunabilmenin cesaretini verirler. Şehirdeki ilk gurbetlik günleri hemşeri kültürü gereği tanıdık ailelerin yanında geçer. Ev sahibince konukluk süreleri; günler, aylar, yıllarca, iş ve ev sahibi olana dek sürebilir. Çocuğun köylüleri çalışmak için Zonguldak’a geldiklerinde ilk uğradıkları yer evleri olur. Babasının onlara İş bulup işçi pavyonlarına yerleştirene değin evlerinde konuk edilirler. Annesinin evdeki konukları için gösterdiği özveriyi, bazı konuklar kendileri için göstermez. Babanın, çevresinin aracılığı ile yeraltına madenci, yerüstüne EKİ bekçisi olarak işe yerleştirdiği köylülerinden bazıları gurbet yaşamına alışamayıp köylerine geri döner. Köylülerinden biri, işe girmek için babayla birlikte Tarı gemisinde yolculuk yaparken turşusunu yiyip suyunu denize döktüğü için babasından yediği şamarı unutamadığını söyler. Turşu suyu, ekmeğe katık edildiği ve gemi tutmalarına karşı iyi geldiği için gemi yolculuklarınca tercih edilirmiş.
Gemi Ambarların İneklerin Sütleri Sağılır
Karadeniz kentlerinden Zonguldak Kömür Havzası’na göçen ailelerinin gözdesi olan Karadeniz yolcu gemileri siyah ve beyaz gemiler olarak ikiye ayrılır. 1950-60 öncesi hizmet veren siyah gemiler; Tarı, Kadeş, Erzurum, Tırhan, Aksu, Güneysu, Cumhuriyet, Ertüsk’tü. Bunlar dönemin eski ve yıpranmış gemileriydi. Siyah gemiler; İstanbul, Zonguldak, İnebolu, Sinop, Samsun, Ünye, Ordu, Giresun, Görele, Vakfıkebir, Trabzon, Sürmene, Pazar’a uğrayarak Hopa’ya kadar beş günde giderdi. Dönüşte de aynı güzergâhı takip ederek geri dönülürdü. Çocukluğunda bu gemilerden biriyle seyahat eden Necip Sağır, gemi yolculuğu ile ilgili anlatısında, “Babam Kozlu’nun İhsaniye ocağında çalışırken aynı mahallede bir göz oda ev kiralamış. Dedeme gönderdiği mektupta, okul zamanı gelen beni annemle birlikte Zonguldak’a getirmesi için ısrarcı olmuş. Dedem, annem ve ben ismini hatırlayamadığım siyah gemilerden birine binip yola koyulduk. Gemilerin ambarlarına fındık ve çay çuvalları, peynir tenekelerinin yanı sıra küçük ve büyükbaş hayvanlar da indiriliyordu. Ambardaki ineklerin sahiplerinden Trabzonlu bir kadın ineklerin böğürmelerine dayanamayıp ambara inerek onları sağıyor, yemlerini verip ambarın uzun merdivenlerinden yukarıya güverteye çıkıyordu. Süt veren inekler sağılmazlarsa süt torbaları ağrı yapıp inekleri böğürtürmüş. Zonguldak limanına geldiklerinde Doğu Karadeniz’in yerel motifleriyle süslenmiş inekler vinç aracılığı ile karaya indirilir, gideceği yere kadar yürütülerek götürülürdü,” der.
Gemide Doğan Bebekler
1950 sonrası yeni alınan Ordu, Giresun, Trabzon, Marmara, Ege, Akdeniz, Karadeniz, Ankara gemileri beyaz gemilerdi ve tamamı Karadeniz kıyısında çalışıyordu. Ordu, Giresun, Trabzon kardeş gemilerdi. Ege, Marmara gemileri İzmir gemisiyle; Samsun gemisi de İskenderun gemisiyle kardeş gemilerdi. Ankara gemisi İkinci Dünya Savaşı’nda hastane gemisi olarak kullanıldıktan sonra yurt dışında Türkiye’nin tanıtım gemisi olarak kullanıldı. Karadeniz sahili boyunca yapılan deniz yolculuğu esnasında sıkça bebek doğumları olurdu. Gemide doğum olunca gemi direğine beyaz bayrak çekilirdi. Zonguldak’ta çalışan eşinin yanına gitmek için Gümüşhane’den yola çıkan komşumuz Gökçe ailesi Trabzon Limanı’nda Giresun gemisine biner. Gemide doğum sancıları tutan Emine teyze sağlık ekibi tarafından doğuma alınır. Gemide doğan erkek çocuğuna deniz adamı anlamına gelen Bahri adı konulur. Anlatılanlara göre çocuğu olmayan gemi kaptanı bebeği annesinden ister ama yedi çocuklu Emine teyze Bahri’sini kaptana vermeye kıyamaz. Yine komşumuz Giresunlu Ali Aksu, Aksu gemisinde doğduğu için Aksu adını almıştı. Ali Aksu, gemide doğmasının faydasını gemilerde yaptığı bedava yolculukları olduğunu söyler. Cevat Can(1), 1960 yılında annesinin Kastamonu’nun Cide ilçesinden İstanbul’a gelirken doğum yaptığını, Erzurum gemisinde kız kardeşi ile birlikte doğduğunu yazar. Gemi doktoru ikiz bebeklerin ismini Deniz ve Derya olarak belirtir ama son sözü gemi kaptanı söyler. Kaptan erkek bebeğe kendi adı olan Can’ı kız bebeğe de kendi kızının adını verir.
Asmada Osman
Karadeniz’de deniz taşımacılığı, Üzülmez Dispanserinde duvar ustasının eliyle havuzun içinde yolcu gemisi olarak can bulması gibi, Zonguldaklı yazar ve tiyatro sanatçısı Fahri Bozbaş’ın(2) sanatında da teatral gösteri olarak kendini gösterir. Yurdun değişik kentlerinde ve yurt dışında yaptığı tek kişilik oyununda “Göçük Mehmet” tiplemesi ile “Asmada Osman” adlı müzikal tiradında anlatır. Olayın Tarı vapurunda geçmesi Karadeniz yolcu gemilerinin bir dönem insan hayatındaki yerini göstermesi bakımından önem taşır. Öyküde, yeni evlenen Osman, Asma ocağında çalışırken eşini özler. Eşini göndermesi için babası Temel’e sıkça mektup yazıp telgraf gönderir. Osman’ın ısrarına kayıtsız kalamayan baba Fadime’yi Osman’ın yanına göndermeye karar verir ve bohçasıyla birlikte Tarı vapuruna bindirir. Ardından Osman’a telgraf çeker. O yıllarda telgrafta yazılan kelime sayısı üzerinden ücret ödenirdi. Telgrafın üzerindeki kelime sayısının fazla olması, telgrafı çekenin yüksek ücret ödemesi anlamına geliyordu. Bu yüzden Temel Karadenizlinin kıvrak zekâsı ile en az kelimeyle telgraf çekmeyi başarır. “Fadime Tarıyadur. Tarı suyadur. Arayasun da bulasın. Asma’da Osman.” Fahri Bozbaş, tiyatro sanatının büyüleyici atmosferi altında gösteriyi okullarda, tiyatro salonlarında ve sokak aralarında insanlarla buluşturur. Asmada Osman’ın müzikli tiradı yediden yetmişe herkesin beğenisini kazanır.
Göreleli Ünlü Kemancı Osman
Giresun’un Görele ilçesinden dönemin ünlü kemençe ustası Osman Gökçe (Piçoğlu Osman) ömrünün son yıllarında amansız bir hastalığa yakalanır. Hastalığı ilerleyince kemençesini çalamaz hale gelir. Rivayete göre Osman’ın hastalığını duyan İsmet İnönü İstanbul’da tedavisi için gerekli yerlere talimat verir. Vapur Zonguldak açıklarına geldiğinde kemençeci Osman kemençesini ister ve kısık sesiyle kemençesinin yaylarına dokunur ve “Atma” türküsünü söyler. “Kestim parmacuğumu/ kanım akiyu kanım/Zonguldak’ın üstüne / canum cıkayu canum.” Osman türküsünü söyledikten sonra fenalaşır ve yaşamını kaybeder. (1946) Geminin seren direğine gemide cenaze olduğunu belirten “sahil sıhhiye flaması” çekilir. Zonguldak Limanı’nda sıhhiye görevlileri cenazeyi almak isterler ama gemi personeli cenazeyi vermeyip İstanbul’a yola devam ederler (3).
Gemiyi Sağa Çek!
Denizde hareket halindeki geminin tüm hukuki işlemlerinden kaptan sorumludur. Gemide huzursuzluk yapıp düzeni bozan şahısları kaptan en yakın limanda indirme veya güvenlik görevlilerine teslim etmeye yetkilidir. Zonguldak Çaydamar ocağında çalışan iki kafadar limana yanaşan yolcu gemilerin birini gezmek ister. Ortamın çekiciliğine dayanamayıp yarım bıraktıkları demlenme işine filikanın yanında halat kümesinin içinde devem ederler. İki kafadar sızmış, gemi Karadeniz’e doğru yola çıkmıştır. Sabaha doğru Sinop açıklarında ayıldıklarında kendilerini müsait bir yerde indirmeleri için gemi personeline kafa tutarlar. Kaptan onları boş bir kameraya kilitleyip Sinop’ta yetkililere teslim eder.
Eski yıllarda korunaklı limanların azlığı nedeniyle yolcu gemileri sahile yanaşamıyordu. Kış aylarında ise neredeyse tüm seferler durma noktasına geliyordu. 1840 yıllarında Trabzon’a 15 günde bir sefer yapılıken1850 yılında seferler haftada bire çıkar. 1870 yılında Karadeniz’de 25 farklı deniz taşımacılığı yapan şirketler vardı. 1908 yılındaki yazışmalardan Ereğli limanında 3 yıl içinde irili ufaklı 83 teknenin fırtınadan battığını Ereğli, Bartın ve Amasra’ya üç liman yapılması gerektiği yetkililere bildirilir (4). 1914 yılında Ereğli, Zonguldak ve Bartın ve Filyos’un birbirleriyle bağlantıları denizden yapılırdı. Zonguldak’ta 1937 yılında İç Anadolu’ya yapılan demiryolu dışında taşımacılık yapılamıyordu. Zonguldak’a ilk liman 1896 yılında yapıldı. Küçük limanın korunaklı olmaması ve ihtiyaca cevap vermemesi nedeniyle 1954 yılında şimdiki liman tesisleri yapıldı. 1960 yılında Vali Amiral Tevfik Sargut tarafından açıkta bekleyen yolcu gemilerinin liman içine yanaşmaları için gemi iskelesi yapıldı. Zonguldak limanında yapılan deniz yolculuğu, Zonguldak Spor taraftarlarının İstanbul feribotunda yaptıkları taşkınlık sonucunda 2000 yıllında kaldırıldı.
1- Cevat Can . Zonguldak Nostalji sayfasından alınmıştır.
2- Fahri Bozbaş: Yazar ve tiyatro sanatçısıdır. Göçük Mehmet’le Bacağzı Sohbetleri, Madenkeş Aileler ve Madencinin Işığında adlı yayınlanmış eserleri bulunur.
3-Giresun Blog Sitesi
4- Antik İnci Amasra ve Havalisi Dr Tülay Özekin
Not: Bu yazı,”altı yedi” Sanat ve Edebiyat Dergisi’nin 21. sayısında yayınlanmıştır.

sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
