26 Ekim 1951, Türkiye’de ABD’ye yaranmak ve Türkiye’nin NATO’ya kabul edilmesini sağlamak amacıyla büyük komünist tutuklamalarının başlatıldığı gün.
Demokrasi vaadleriyle iktidara gelmiş olan Demokrat Parti ABD emperyalizmine teslimiyeti pekiştirmek ve NATO’ya katılmak için iktidarının daha ilk yılı olan 1950’de Kore’ye 4500 kişilik bir tugay göndermişti. Demokrat Parti’nin sola karşı cihadı 1951’de daha da kapsamlı bir hal alacaktı.
25 Mart 1951’de Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri solcu öğretmenlerin tasfiyesine başlandığını açıkladı.
28 Mayıs 1951’de Menderes Hükümeti, işçi sendikalarının komünist sistemlerin bir öğesi olarak kurulduklarını ileri sürerek yeni bir sendika yasası hazırlama kararı aldı.
15 Ağustos 1951’de, can güvenliği kalmadığı için 17 Haziran’da Türkiye’yi terketmek zorunda kalmış olan Nazım Hikmet Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkartıldı.
23 Ağustos 1951’de İzmir Fuarı’nda komünizm propagandası yapıldığı gerekçesiyle Çekoslovak Pavyonu kapatıldı.
…Ve 26 Ekim 1951’de de büyük komünist tutuklamaları başladı.
Türkiye’de o dönem DP’lisi ve CHP’lisiyle, ulusalcısı ve islamcısıyla, tüm egemen çevrelerin alkış tutup desteklediği bu sol düşmanı operasyonun nasıl yapıldığını, Hamit Erdem’in 27 Ekim 2014 tarihli Toplumsal Sol’da yayınlanmış olan yazısından ilgili bölümü paylaşarak anımsatıyoruz:
“Türkiye’de 1950’ye kadarki dönem yani tek parti döneminde mahkemelere, basına ve kamuoyuna yansıyan kadarıyla bile “sol” düşünce ve örgütlenme üzerindeki şiddetli yasak neredeyse yıl yıl birbirini izlemiştir.
“1950’de ise ezici bir oy yüzdesiyle Demokrat Parti iktidara gelmişti. Bu dönemde Demokrat Parti’nin dış politikadaki en büyük hedeflerinden biri Türkiye’yi NATO’ya sokmaktı. NATO, ABD’nin dünyaya kendi hegemonyasını kabul ettirecek ve “komünizmi kuşatacak- bir örgüt olarak ortaya çıkmıştı.
“NATO’nun anti-komünist, militarist söylem ve örgütlenmesi ile hegemonyal stratejisi; bu sırada gözünü –bu– “Batı” ile entegrasyona çevirmiş Türkiye egemenleri için büyük fırsat kabul edilmiş ve onları oldukça heyecanlandırmıştı.
“Demokrat Parti, tek parti döneminin alışkanlığıyla içerde kaba “anti-komünist” yoğun propagandayla kitleleri hukuk ve demokrasiden uzak tutarken; dışarıda Amerika’dan dünyaya yayılan “anti-komünist” paranoyayı birleştirip “hür dünya” ile bütünleşmek için sınır tanımayan bir çaba içindeydi. Bu durumu, 1951 Tevkifatı’nın 1 numaralı sanığı Zeki Baştımar mahkemede şöyle dile getirmişti:
“Bu dava ise doğrudan doğruya siyasi maksatla açılmış ve kanunun açıklığına rağmen yine siyasi maksatlarla askeri mahkemeye verilmiştir. Çünkü tevkifler sırasında Atlantik Paktı’na girmek için her çareye başvurmakla meşgul olan Hükümet, memleketi komünizm tehdidi altında göstermek ihtiyacında idi. Çünkü emperyalistlerin ve başta Amerikalıların gözüne girmek ve memleketi onlara cazip göstermek Hükümetin siyasi ihtiraslarına uygun düşüyordu.”
1951 Tevkifatı başlıyor…
Yukarıda da görüldüğü üzere cumhuriyet hükümetleri bütün bu dönem boyunca “sol” denilence akla gelen Türkiye Komünist Partisi’ni 1920’li yıllardan sonra neredeyse sürekli denilebilecek bir şekilde izleme, soruşturma, tutuklama, hapsetme ve sürgün yolu ile cezalandırmayı hayati önemde bir devlet politikası olarak uygulamıştır.
“1951 ise bu ezme politikasının en kapsamlısıdır.
“Sevim Tarı’nın İstanbul’da Marsilya’ya gidecek gemiye binerken gözaltına alınıp Sirkeci’deki Sansaryan Han’a getirilmesiyle 51 Tevkifatı denilen TKP’ye yönelik büyük operasyon başlamıştır. Türkiye Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi üyeleri; Dr. Şefik Hüsnü Değmer, Zeki Baştımar, Reşat Fuat Baraner, Mehmet Bozışık, Halil Yalçınkaya ve Mihri Belli ardı ardına tutuklanmışlardır.
“Tutuklamalar o zamana kadar ki en geniş olanıdır ve 187 kişiyi bulmuştur.
“Bu kadar yaygın tutuklanma nedeniyle özellikle TKP’nin örgütlenme sekreteri Zeki Baştımar, örgüt içinde “gizliliğe yeterince önem vermeyen tavırları” nedeniyle sert eleştirilere uğramıştır. Ancak sonradan sorunun başka nedenlere de bağlı olduğu ortaya çıkmıştır. Partiye karşı neredeyse her yıl yeni bir operasyon düzenlendiğinden yönetici ve önemli parti üyelerinin faaliyetleri polis tarafından bilinir durumdadır. Diğer taraftan polis, illegal parti yapısının içine ajanlarıyla sızmıştır ve 1946’da o kısa legal dönemde açık faaliyet gösteren parti üyeleri polis tarafından tanınmış ve sürekli olarak izlenmiştir.
1951 Tevkifatı göstermektedir ki, TKP’nin bütün yapısını izleyen devlet, ona büyük bir darbe indirmek için kendince en uygun anı beklemiştir.
Tutuklamalar devam ederken parti üyeleri arasında “asker kişiler de var” diyen Demokrat Parti Hükümeti çıkardığı özel bir kararnameyle, Sansaryan Hanı’ndaki İstanbul Emniyet Müdürlüğü Birinci (Siyasi) Şubesi’nin hücreler bölümünü “Ankara Garnizon Komutanlığı 2 No’lu Askeri Ceza ve Tutukevi”ne çevirmiş ve bütün tutuklular buraya konulmuştur.
İşkenceli sorgular, Komünist Masası görevlisi polisler ve asker sorgucular tarafından yapılmıştır. Emniyet Müdürlüğü’nde işkence yaptıran askeri sorgu hâkimi aynı zamanda mahkemede savcılık makamında da görevlendirilmiştir. İki yıl boyunca burada işkence gören ve işkence tehdidi altında yaşayan tutuklular, daha sonra Merkez Kumandanlığı’nın Harbiye’de bulunan Ceza ve Tutukevi’ne nakledilmişler ve yargılamalar burada gizli celselerle sürdürülmüştür.
“Zeki Baştımar’ın savunmasında Sansaryan Hanı’ndaki manzara şöyle anlatılmıştır:
“Yalnız şunu söyleyeceğim ki, uğradığım ve aylarca devam eden maddi ve bedeni işkenceler, ancak işkence konusu olmak kabiliyetini bedenen tamamen kaybettikten sonra, doktorun müdahalesiyle sona erdi ve doktor işkencenin ağır sonuçlarını ve izlerini dokuz aylık bir tedaviden sonra giderebildi. Manevi işkenceden bahsetmeyeceğim. Çıldıranların, intihara teşebbüs edenlerin sayısı malumunuzdur. Onbir ay gazete okumaktan, kâğıda, kaleme dokunmaktan mahrum edilmiş siyasi bir tutuklu ve iki sene çığlıklar, feryatlar, iniltiler ortasında, her an işkence odasına çağrılmayı bekleyen bir insan tasavvur ediniz. Ve sonra kanunen kimsenin yirmi dört saatten fazla tutulamayacağı bir yerde ve yirmi dört saatten fazla kalınamayacak şekilde yapılmış bir hücrede iki sene havadan, sudan, ışıktan mahrum nasıl yaşanabileceğini düşünürseniz, işkencenin ölçüsü hakkında az çok bir fikir edinirsiniz.”
“1951 Tevkifatı başladığında Ceza Kanunu’ndaki “komünist propaganda ve örgütlenmeyi” önlemek için yazılmış 141. ve 142. maddelerde ceza sınırı en çok 5 yıla kadar hapisti. Demokrat Parti hükümeti tutuklamalar sürerken her iki kanunda da yaptığı değişikle hapis cezalarını idam cezasını da kapsayacak şekilde artırmıştır. Bu değişiklikten önce tutuklananlar eski kanuna tabi olurken sonradan tutuklanan sanıklar daha ağır cezalara mahkûm edilmişlerdir.
“Hükümet ceza kanununda değişiklik yaparken kanuna eklediği bir fıkra ile ilk kez “pişmanlık” dile getiren tutuklulara daha az ceza öngörmüş ve bu maddeden yaklaşık 20 kişi yararlanmıştır.
İki yıl süren sorgulama ve soruşturmadan sonra bir yıl süren dava 7 Ekim 1954 tarihinde bitmiştir.
“Dava sonunda 118 kişi on yıl ile bir yıl arasında hapis cezası, ilaveten üç ile bir yıl arasında sürgün cezasına çarptırılmıştır.
1951 Tevkifatı’nda yargılananlar arasında 17 kadın bulunmaktadır.
“1 Numaralı sanık Zeki Baştımar’ın cezası: “TCK’nın 141. maddesinin 1 ve 3. fıkraları gereğince on sene müddetle ağır hapis cezasıyla tecziyesine, aynı kanunun 173. maddesi uyarınca üç sene dört ay Amasya’da Emniyet-i Umumiye nezareti altında bulundurulmasına, aynı kanunun 31. maddesine göre amme hizmetlerinde müebbeden memnuiyetine, yasak kitaplarının müsaderesine, mevkufiyet halinin devamına…” karar verilmiştir.
“Davada yer alan isimler arasında edebiyat dünyası ile siyasi yaşamda sonradan adlarını duyacağımız şu isimler de bulunmaktadır: Enver Gökçe, Mübeccel Kıray, Arif Damar, Ruhi Su, İlhan Başgöz, Orhan Suda, Halim Spatar, Behice Boran, Şükran Kurdakul, Nejat Özön, Vedat Türkali (Abdülkadir Demirkan), Ahmet Arif, Arslan Kaynardağ, Kemal Bekir, Muzaffer Arabul, Selçuk Uraz, Sadun Aren.
“1951 Tevkifatı “sol”un susturulması söz konusu olduğunda sistem partilerinin farkının olmadığını ilk gösteren örnektir. O yıllarda, demokrasi ve partinin yasallaşmasını birincil hedef olarak savunan Türkiye Komünist Partisi’nin sesini duyurması bir kez daha engellenmiştir.
“En büyük tutuklamada 187 kişiyi ‘ele geçiren’ devlet, onlara üç yıl boyunca orta çağ karanlığı yaşatmış, sol’un kitlelerle bağ kurmasını engellediği gibi “anti-komünizmi” bir afyon gibi kullanarak amacına ulaşmıştır.”
GÖRSELDEKİ CUMHURİYET GAZETESİ KUPÜRLERİ:
5 Kasım 1951: Gizli komünist partisine dair tahkikat derinleştiriliyor
l0 Mart 1952: 200 komünistlik sanığı hakkında takibat
8 Ekim 1954: Komünistler hakkında karar dün açıklandı

sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
