31 Mart seçimlerinden sonra devir-teslim yapılan belediyeler (tüm siyasi partiler) bir yöntem olarak belediye binalarına devir aldıkları yönetimden kalan “güncel” borç listesini asarak topluma bir mesaj vermeye başladılar.

Bölgemizde örneğin; Devrek Belediyesi’ni CHP’den alan AKP Belediye Başkanı Özcan Ulupınar ve Zonguldak Merkez İlçe’de AKP’den belediyeyi alan CHP’li Tahsin Erdem, belediye binalarına apar topar “güncel borç” listesi pankartı astılar.

Bir anda siyasetin konusu bu yöne çevrildi ve günlerdir siyasi parti başkanları, tam bir savaş alanından “zafer”, “yenilgi” çıkılmış gibi rakamların üzerinden toplumu bir anlamda manipüle etmeye başladı. Kişisel olarak bu yöntemin samimi bir açıklayıcı yanı olmadığına inanıyorum, her iki taraf (AKP-CHP) ve diğer partiler açısından.

Örneğin; açıklık, şeffaflık, hesap verebilirlik, denetime açık olmak gibi kavramları iktidarda olan belediye başkanları, bunu halka arz etmeli. Belirli dönemlerde, şimdi yaptıkları gibi, dönem dönem alacaklar, borçlar, gelirler, giderler vb. asarak ya da iş olsun, rekabet için değil, gerçekten gelir ve gideri kamuoyu ile paylaşarak – yani demokratik açıklık konularında şeffaf olmalıydılar. O zaman bu kadar gündem olmazdı, gündemi meşgul etmezdi. Tam tersi, kent insanı yaşadığı belde, ilçe, il’deki ekonomik-sosyal girdiyi periyodik olarak izleyerek, bilgilenerek daha duyarlı olur ve yaşanabilir bir kent yaratmada katkı sağlardı.

Ancak bizde iş böyle olmayınca, sadece rekabet ve rakip tarafın açıklarını deşifre etme üzerine kurulu bir mantık olduğu için gelen iktidarın ilk yaptığı iş, devir aldığı yönetimin hangi açığı var üzerine politika geliştirmek oluyor. Bu kısır döngüden kurtulmamız lazım. Çünkü iktidara talip olmak, erki ele geçirmek, toplumu yönetmek çağımızda yerleşik kavramların hayata geçirilmesi, pratiğiyle, ilkesel tutumların disiplinli bir biçimde uygulanmasıyla başarılabilir. Siyasetin farklı kulvarlarda, farklı felsefelerle yaşamda yol alması işte bu nedenledir.

Örneğin; geçmiş dönemde Tunceli Ovacık’ta iktidara gelen TKP’li Fatih Maçoğlu, kollektif bir yerel yönetim tarzı, katılımcı, demokrat, kamusal hizmet anlayışlarını liderliğinde buluşturdu ve tüm Türkiye’ye bir model oldu. Bu, solun özellikle sosyalist solun yerel yönetim deneyimi açısından önemli. Ancak bu modellerin birincisi kısa bir dönemlik oluşu ve gelenek haline almaması da ayrı bir tartışma konusu.

Diğer yandan, sosyal demokrat, liberal, ya da daha katı muhafazakar, daha güvenlikçi, rantçı belediye yönetimlerini yaşamımızda etrafımızda çokça görmek mümkün. Burada tercih nasıl bir belediyecilik? Sorusu gündemde tartışılması gerekiyor.

Göreve gelen belediye başkan ve ekiplerinin kamuoyuna sadece rekabet olsun, yarın kendine haklı gerekçeler yaratmak algısı yerine, topluma hizmet üretmenin doğru kodlarını vermenin yol yöntemlerini bulmalıyız. Nasıl bir belediyecilik konusunu, farklı tarafların, disiplinlerin (ekonomik-sosyal konseylerin, üniversitelerin) içinde yer alacağı koordinasyonlarla tartışarak, zenginleştirerek ve geleceğe iyi hizmetler bırakacak adımların atılması konusunda çaba sarf etmeliyiz.

Yoksa günü kurtarmak için, mazeret üretmek için, hatta toplumu daha da baskı altına almak anlamında ‘kemer sıkmak’ için ortaya atılmış gerekçeler olarak da anlaşılabilir.

Oysa 31 Mart seçimlerinde toplumun büyük bölümü yıllardır AKP iktidarının kemer sıkma, yoksullaşma üzerine kurulu politikalarına tepki olarak yüksek oranda oy vererek bu konudaki tepkisini dile getirdi. AKP’li bir Belediye Başkanı’nın aynı alışkanlığı veya aynı algıyı sürdürmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ancak göreve yeni gelmiş ve ülkeyi, devleti yönetmeye talip olduğunu ve iktidara yürüdüğünü dile getiren CHP’li, sol belediyelerin sadece borç listesini, üstelik geçmiş dönemlerde kendilerini de ilgilendiren listeyi asması, acele, popülist ve mazerete sığınmanın ilk işareti olup, bu toplumda gelecek korkusunu daha da derinleştirmekten başka bir şeye hizmet etmez.

Burada yapılması gereken; borç listesinin tarihler arasını, hangi tarihlerden bugüne kalan veya artan rakamları ve aynı tarihlerin gelir tablosunu ve hangi kalemlerde kar-zarar olduğunu kamuoyu ile paylaşmaktır. Bu, gerçekçi, demokrat ve açıklığı savunan, özgürlükçü anlayışa hizmet eder.

Başkan Tahsin Erdem ve ekibine önerim, en azından bir dosya olarak bu konuyu geniş bir platformda tartışma alanı yaratarak kamuoyunu aydınlatma yapabilir.

Tahsin Başkan’ın gerek mesleki gerekse belediyecilik tecrübesi bunu yapacak durumdadır. Ayrıca, belediye bürokratı da bu sorulara cevap verecek bilgi ve tecrübeye sahiptir.

Bu adım, şeffaf belediyecilikte önemli bir adım olarak tarihe geçebilir.

Sağlıkla kalın.