Su akar, yatağını bulur. Türkiye’de uzun yıllardır birçok konu doğru mecrasından kanalına akmadığı için. Toplum olayları tersten yaşamaya alıştı, alıştırıldı.

Örneğin devletin hukuk temelinden saptığını, suç örgütü liderinin neredeyse 40 milyona varan kişiye ulaştığında anlayabiliyor, Peker’in ortaya serdiği ilişkiler zincirini o zaman görmeye, duymaya, öğrenmeye çalışıyoruz.

Oysa hukuk devletinin birinci dereceden bilinmesi gereken ve işlemesi gereken mekanizmaları var.

Klasik anlatımla Üniter devlet, devletin temel unsurları olan ulus, toprak ve egemenlik unsurları ile devletin temel anayasal organları olan yasama, yürütme ve yargı işlevlerinin tek olma özelliğine sahip bulunduğu devlet biçimini ifade eden kamu yönetimi terimi.

İşte bundan uzaklaştığımızın duyurusunu biz yine, bunun içinde var olan ilişkiler siteminin kendi içindeki kavgasından öğreniyoruz.

Kentin nereden nereye evirildiğini de bir magazin programında, TV kanallarında milyonlarca insanın izlediği kadın programında yine, kadına yönelik ahlaki tartışma konusu olan bir noktadan yapılan (Bilinçli-Bilinçsiz) tartışmayla sürdürüyoruz.

Tartışmanın ana teması, “Kestane balının diyarı Zonguldak değil, “Emeğin başkenti” diyerek toplumun özelliklede emek cephesinin, kır-köy emekçisi ile sanayi işçisinin, kısaca ezilenlerin, sömürülenlerin, zor geçinenlerin karşı karşıya getirilmek istenmesine şahit oluyoruz.

Kestane balını üreten kim? Kömürü yüzlerce metre yerin altından çıkaran kim? İkisi de emekçi, işçi sınıfı, yoksul halk.

Sosyal medyada, TV kanallarında yürüyen tartışmalar bir anda bu kadar ses getiriyorsa vardır bir nedeni demek lazım değilmi?.

Toplumsal gelişmenin dinamiği, “büyük insanlık” daha çok doğa ile yeniden barışmaya,yaşadığı doğayı korumaya ve bunu yaşamını sürdürürken de geleceğini karartmadan İnsan-Doğa varlığı ve Birliğini yeniden hayata geçirmek için bir dönüşüm içinde.

İnsanca yaşanacak bir düzene dair spekülatif fikirler, tarih boyunca, ezoterik-bâtıni bilgiler olarak, “sapkın” dinsel yorumlar olarak, ütopik sosyalist teoriler olarak ortaya çıkmıştır. Tarihteki bütün ezoterik-bâtıni akımlar, insana aykırı dünyaya karşı, içsel yolculuk ritüelleri ve toplumsal dayanışma pratikleriyle direnişi örgütlemişlerdir.(Yusuf Zamir/Marksist Eleştiri Kitabı)

Bugün kentte tartıştığımız ve magazin olarak önümüze gelen konuyu oradan çekip alırsak, hatta Zonguldakspor-Erzincanspor karşılaşması sonrası Erzincan’dan  “Kestane balının diyarı” diye mesaj bize, bir anlamda bir gerçeği müjdeliyor.

Yeni , genç kuşağın ilgi alanlarından, yaşam alanlarına kadar olan, bilim de,teknolojide,iletişim araçlarındaki gelişmenin, kısaca Yeni Çağ’ın mesajını veriyor.Bundan 100 yıl önce kente göç etmiş Erzincanlı kuşak’tan kaçıncı kuşak burada yaşıyor.Dedelerinin buralara, o günün Almanya’sı, Kömürün diyarı Zonguldak’a geldiğini bilenlerin, genel nüfustaki ortalaması kaç?.

Üstelik bu kent ki bugün ülkenin Batısı,Ege’si, Akdeniz’i, Trakyası’nda yeni Zonguldak’lar yaratmış bir durumda değil mi?

Hiç bir değişim kolay olmuyor. Zor, Marks’ın deyişiyle, ‘bir yenisine gebe olan her eski toplumun ebesidir”der.

Kentimiz, dünyadan bağımsız değil, toplum yeni bilimsel-teknolojik devrimin pratik uygulamalarına yönelik yeni yeni üretim imkanları, yeni yeni mekanizmalar, yeni yaşam alanları yaratmak zorunda, yaratacaktır.İnsanlık tarihi böyle gelişmiş dünden bugüne.

Sosyal medyada Halkın Sesi Gazetesi’nden Mustafa Özdemir, geçmiş yıllarda kendi fotoğraf makinasından çektiği o çok değerli maden işçisinin resmini koyarak, “Kestane balının değil “Emeğin başkenti“dir Zonguldak demiş.

Altına farklı yorumlar gelmiş hepsine değinmeyeceğim. Fakat Zonguldak Kent Konseyi Başkanı Prof.Dr. Hakan Kutoğlu:İlk yorumunda, “İkisinin de olsa kötü mü?”sorusunu sormuş.İkinci yorumunda da, “Dünyada kömür kullanıldığı surece Zonguldak’ta da kömür elbette çıkarılacaktır. Bunu unutturmakta kimsenin haddine değildir. Ancak doğanın bize sunduğu diğer olanakları da görmezden gelmek elimizdeki fırsatları kaçırmaktır. Maalesef bu şehirde bilerek veya bilmeyerek orman endüstrisi görmezden gelindi. Oysa milyarlarca liralık sektör sadece hammadde olarak başka illere gönderiliyor. Adeta sömürge devletine donmuşuz. Defneye vatandaş yılda 60 milyon TL ödemiş fabrikasında isledikten sonra ne kazandığını sen hesapla. Baldan 60 milyon TL gelir elde edilmiş. Planlı yapılsa kim bilir ne kadar elde edilir kestane, kızılcık, kuşburnu, zılbıt, çam fıstığı işleyip satabilsek kim bilir ne kadar girdi sağlayacağız. Bir kenti tek bir sektöre mahkum etmek geleceğini karartmaktır”.Bazen gelişmenin önünde durulmuyor. Bir yerden patlıyor, kentin ekonomisi, yaşam tarzı, kültürü bir yerden başka bir yere kayıyor, DÖNEMİN RUHU.

Doğa, temiz çevre, yenilenebilir enerji, buna karşı doğayı ve çevreyi koruyacak yeni yaşamlara hazır olmalı, hatta teşvik etmeliyiz. Kent insanının, birikmiş emek-değer ilişkisi içinde bunun altından kalkacağına inanıyorum.

Sağlıcakla kalın