Amerika Birleşik Devletleri, dünya jandarmalığından bir süreliğine ara verdi. Kendi içine döndü. Korona Trump’ı dize getirip dünyada en çok orada can almaya devam ederken bir beyaz polis Siyahî George Floyd’u boğarak öldürdü. Bu ölüm, kitlelerde ırkçılık olarak algılandı ve Siyahîlerle birlikte ırkçılık karşıtı beyazlar da protestolara katıldılar.

Irkçılık, her ne kadar kendisinden nefret ediliyormuş gibi gözükse de kapitalizmin kalbinde ve vazgeçilmezi olarak yaşamaya, insanlığı tehdit etmeye devam ediyor. Irkçılık, kendi ırkını, diğer ırklardan üstün sayma anlayışıdır. Afrikanca dilinde ayrı yaşamak, bir grup ahalinin yaşaması için zaruri olan her şeyden mahrum edilmesidir. Dünya üzerinde ırkçılıktan etkilenmeyen ülke yok gibidir, her çağda, kendini göstermiştir. En çok da Birleşik Amerika, Almanya ve Güney Afrika Cumhuriyeti’ne damgasını vurmuştur.

Bizim kuşak, en büyük ırkçılık hareketine Güney Afrika Cumhuriyetinde tanık oldu. 1948 de Güney Afrika Cumhuriyetinde beyazlardan oluşan Ulusal Parti, zenginliklerin Beyazların elinde kalması için ırk ayırımcı (aparteit) uygulamalarla yoksulları emekçileri ve siyahları iktidardan uzak tuttu. Onları ötekileştirdi ve şiddet uyguladı.  Siyahlar yoksulluk içinde kapalı alanlarda, kent varoşlarındaki gettolarda yaşadı. Beyazların bulunduğu yerlere girip çalışabilmek için özel kimlik taşımak zorunda kaldılar. Uzun yıllar kitleler hor görüldü, cop yedi, hapislerde işkence gördü. 1976 da gençler Soveto’da ayaklandılar. Arkasından 1986 da madenciler çok büyük mücadele verdiler.

İsyanlar, özellikle işçi sınıfının katıldığı büyük grevler isyana dönüşür, burjuvazinin ve ortakları emperyalist güçlerin sömürüyle elde ettikleri büyük zenginliklere son verebilirdi. Bu amaçla hükümet 1990’da havayı yumuşattı ve muhalefet cephesi ANC ile resmen görüşmek zorunda kaldı. 1991’de aparteit resmen yürürlükten kaldırıldı, 1994’de seçime gidildi. Seçimi Mandela kazandı, ancak yoksulluk ortadan kalkmadı. Mandela ve diğer yöneticiler burjuvazi ile işbirliği yaptı. Ayrıcalıklı siyahlar önemli mevkilere gelerek zenginleştiler. En son 2012’de madencilerin grevinde 32 madenci, siyah polislerce öldürüldü. Siyahî bakanlar polisi savundu. Mandela ve ortakları aparteite son vermekle yalnızca sömürünün renk değiştirmesine katkıda bulunmuş oldular.

Irkçılıkta sınır tanımayan Almanya’ya da bakalım: “On dokuzuncu yy eğitimcisinin inancı, 20.yy da Nazi Almanya’sının yükselişi ile bastırıldı. Bu dönemde Almanya’daki okul eğitimi, özel bir ideolojinin ve toprakların genişletilmesine dayalı bir milliyetçiliğin yayılması ve liderlerinin yüceltilmesi için kullanıldı. Naziler zorunlu ırk biyolojisi eğitimini devreye sokarak Alman tarihi ve edebiyatına ayrı bir önem verdiler, okul müfredatına değişiklikler getirdiler. Karakter ve disiplin oluşturmak üzere ve askeri antrenman hazırlığı olarak günde beş saatlik beden eğitimi zorunlu kılınmıştı. Büyük oranda propaganda amaçlı ders kitapları okutuluyordu. 1935 yılında eğitim bakanlığı emri ile Alman halkının geleceği için ırk ve soyaçekimi önemle vurgulamak ve öğrencilerin Nordik (Kuzey ülkeleri) değerlerin taşıyıcısı olan Alman ırkına mensup olmaktan ötürü gurur duymalarını sağlamak üzere altı yaşından itibaren ırk öğretiminin başlatılması için özel buyruklar verildi. Buyruklar şunu belirtiyordu: “Dünya tarihi ırksal olarak tanımlanmış halkların tarihi olarak anlatılmalıdır”. (Joel Spring, Özgür Eğitim, Ayrıntı yayınları, Say 31).

ABD’deki protestolar şimdi emperyalist diğer başkentlere de sıçradı. Londra’nın yanı sıra Bristol kenti ve İskoçya’nın başkenti Edinburg’ta da gösteriler yapıldı. Bristol’da, 17. yy da köle ticareti yapan ve yaklaşık 85 bin köle satan Edward Colston’un heykelini göstericiler devirerek nehre attılar. Göstericiler, “Siyahların hayatı önemlidir”, “İngiltere masum değil”, “Adalet yoksa barış da yok”, “Artık yeter” ve “Trump ve Boris ırkçı” dövizleri taşıdılar.

Protestoların sonuncusunda göstericiler, kapitalizmin kalbi, New York’ta 7 Haziran günü, Sovyet Devriminin Lideri Lenin’in “Bütün İktidar Halka” sloganını atmaya başladılar. (Gazetebursa, 7Haziran 20). Sermayenin kalbi, ruhu olan ırkçılığı Türkiye insanı da yakından tanıyor. İnsanlık suçu bu melanet, işçi sınıfı mücadelesinde boğulacaktır.