Zonguldak, denizin mavisi ile ormanın yeşilini bir arada dört mevsim yaşayan Anadolu’nun ender kentlerinden biridir. Hele gün batımında denizin üzerindeki ışık haleleri ile sonbaharda ormanlarda oluşan renk cümbüşüne doyum olmaz.

Bu yaz Zonguldak’ta bol yağmur var. Bağ bahçe suya doydu her taraf yeşillik. Havalar serin geçiyor. Bir uçtan diğer uca organik meyve ve sebzelerden oluşan yemyeşil bir pazaryeri görüyoruz. Köylülerin yapıp getirdikleri ekmekler ayrı bir tat ve lezzette. Dalında kızarmış bir domatesin, eğri büğrü salatalığın, taze fasulyenin, biberin lezzetini başka illerden gelen sera ürünlerinde bulamıyorsunuz. Her Temmuz Ağustosta Didim’e gittiğimde, Akdeniz ikliminde yetişen ürünlerde bulamıyorum.

Tüketiciler, sıcak iklimde GDO’lu şekilde üretilen ürünlere mesafeli duruyor. Organik yerli ürünlere daha çok yöneliyor. O yüzden marketler değil, pazaryerleri revaçta. Yerli ürün yalnızca Zonguldak merkezle sınırlı değil. Ereğli, Devrek, Çaycuma ve Alaplı köylerinden gelen ürünler ilçe merkezlerinin ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabiliyor. Ne var ki Zonguldak insanı kendini tembellikle, hazır yiyici olmakla suçlar. Bölge insanının eline imkân verirseniz aslında ekmeğini taştan çıkarır. Tembellikle suçlamak ayıptır, insafsızlıktır.

Ereğli’nin, Devrek’in, Çaycuma’nın, Alaplı’nın meyve sebzesinden öte demir çelik, orman ürünleri, bastonculuk ve el sanatları da revaçta. Devrekli bayanlarımız İstanbul Kadıköy’de gıda fuarında Devrek ekmeği ile baklavasının tadını ve lezzetini göstermeleri, bölge insanımızın marifetini göstermesi açısından takdir edilecek bir durum yarattılar.

Peki, bölgemizin insanı bu kadar zeki ve becerikli de neden işsiz, yoksul ve mutsuz? Bölge neden göç veriyor? Bu sorunun elbet bir yanıtı var ve buna milyonlarca insan “Eğitim- Eğitim- Eğitim” deyip geçiyor. Fakat nasıl bir eğitim demiyor, gözler tarikat yuvalarında.

“1970’lerden beri, ulusal eğitim sistemleri giderek daha otoriter karaktere büründüler. Eğitimin ekonomik büyümenin anahtarı olduğu düşüncesinden hareketle, okullar piyasaya sürekli olarak itaatkâr işçiler yetiştirmek üzere ulus çapında sıkı bir sınav sistemi yürürlüğe koydular. Bütün dünyada öğrenciler yıllarını, önlerine konulan her şeyi ezberleyerek kolejlere ve daha iyi okullara girmek için yapılan sınavlara hazırlanarak harcıyor.”

Şimdi de pandemi nedeniyle, uzaktan eğitim sistemi devreye sokuldu. Nasıl bir sistem ise? Halbu ki pedagogların “Çocuğun eline vermediğiniz bir şeyi öğretemezsiniz” dediği ve herkesin ezberciliğe karşı çıktığı bir durumda! Burada biraz da radikal eğitimcilere bakalım:

“Kendi içinde iş gören yeni bir insan doğmadan yeni bir toplumun doğması mümkün değildir. Bu nedenle radikal pedagoji, sadece okuldaki geleneksel öğrenme modellerini değil, aynı zamanda, çocuk yetiştirme yöntemlerini ve ailenin örgütlenmesini de sağlar.” (Joel Spring, Özgür Eğitim). Burada sorunun uygulanan eğitim sisteminde olduğu belli. Serin geçen bu yazda da öğrencilerin hangi adreslerde nasıl bir eğitimden geçirildikleri de belli.

Peki, Zonguldak’taki egemen sınıf ne yapıyor: Halkın sağlığını düşünmeden istediği yere yatırım yapıyor, olmazsa parasını alıp gidiyor. Yatırımlarla işsizliği önleme ve hayatı ucuzlatma gibi bir derdi yok. Bölge insanını ucuz iş gücü ve pazar müşterisi olarak görmeye devam ediyor. Eğitim sisteminden ise son derece memnunlar. Göç eden genç kuşaktan geri kalanlar onlara yetiyor. Kent halkının sağlığı, enerji santrallerinin zehirlediği hava, yokluk, yoksulluk onların derdi değil.

Zonguldak kırsalında yaşayan insan üretime duyarsız gibi görünmüş olabilir. Aslında hiç de öyle değil. Joel Spring’in deyimiyle, “Çok küçük yaştan itibaren davranışlarına kaçışı olmayan içselleştirdiği bir otorite kılavuzluk ediyor ve bunu aşamıyor. Bu otorite özgür davranmasını engelliyor. Özgür davranmasını engelleyen içselleştirdiği mekanizmalardan biri ve en önemlisi eğitim” oluyor.

Eğitim, adalet, din, vicdan, örf, adet, gelenek, ideoloji, ahlak ve kültür, aşılamayan otoritelerin en başında gelenleridir. Bunun yanında politik özgürlüğün çok az anlamı kalıyor.