
“Marks hiçbir yazısında “yanlış bilinç” ifadesini kullanmamıştır. Çünkü bilinç, dünyaya nizam verme heveslisi hiçbir aklıevvelin serdettiği doğru-yanlış cetveline göre kategorize edilemez.Y.Z”
Burjuvazi on yedinci yüzyılda yükselirken dine karşı aklı savunuyordu. Çünkü eski egemenleri egemen kılan geleneksel yaşam tarzı, kendini din örtüsüyle koruma altına almıştı. Bundan ötürü din eleştirisi, eski düzene karşı mücadele eden burjuvazinin ilk yükseliş dönemlerinde revaçtaydı.
Burjuvazinin aydınlanmacı sözcülerine göre din, halkı düzene boyun eğdiren zihinsel bir uyuşturucuydu. Eski egemenler, bu zihinsel uyuşturucudan yararlanarak, toplumu itaatkâr cemaat yapılanmaları içinde tutuyorlardı. O hâlde, toplumun özgürleşmesi için, eski egemenlerle birlikte din de devlet alanından kovulmalı, yani laiklik benimsenmeliydi.
Aydınlanma akımının cumhuriyet ve laiklik söylemiyle şifrelediği toplum burjuva toplumdu. Aydınlanma akımı, toplumun özgürleşmesinden, kişisel bağımlılığa dayalı eski düzen yerine nesnel bağımlılığa dayalı sermaye düzeninin gelmesini anlamaktaydı.
Aydınlanmacı eleştiri, dini yanlış bilinç olarak görür. Aydınlanmaya göre insanlar, cehalet yüzünden gerçek dünyanın doğru bilincine varamamış, onun yerine din denen yanlış bilinçle doldurulmuşlardır. Aydınlanma akımı, bu tespitten hareketle, “yanlış”ı zihinlerden kovarak, onun yerine “doğru”yu yerleştirmeye çalışır.
Marks hiçbir yazısında “yanlış bilinç” ifadesini kullanmamıştır. Çünkü bilinç, dünyaya nizam verme heveslisi hiçbir aklıevvelin serdettiği doğru-yanlış cetveline göre kategorize edilemez.
Marks’a göre bilinç, insanların fiilen içinde bulundukları toplumsal ilişkilerin zihinsel yansımasıdır. Bu bağlamda, “din âlemi (dinsel bilinç – YZ), gerçek dünyanın (tersine dönmüş dünyanın – YZ) yansımasından başka bir şey değildir”. (K. Marks, “Metaların Fetişizmi ve Bunun Sırrı”, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 83.)
Marks içinde yaşadığımız dünya için “tersine dönmüş”, “baş aşağı”, mevcut toplumsal ilişkiler için ise “insana aykırı”, “sapkın”, “akıl dışı”, “mistik” gibi tanımlamalar kullanır. Bunlar, toplumdaki yabancılaşmayı değişik çağrışımlar yoluyla zihinde canlandırmayı hedefleyen ifadelerdir.
Marks’a göre, insanların içinde yaşadıkları dünya eğer tersine dönmüş ise, insanların içinde bulundukları toplumsal ilişkiler eğer akıl dışı ise bu acayip durumu yansıtan bilinç biçimleri de tersine dönmüştür, baş aşağıdır, akıl dışıdır, mistiktir. Marks bu anlayışla, din eleştirisini şöyle ele alır:
“Dine karşı eleştirinin temeli şudur: Dini insan yaratır, din insanı yaratmaz. Din, gerçekte, kendini henüz bulamamış ya da tekrar kaybetmiş kişinin kendi hakkındaki bilinci ve kendine saygı duymasıdır. Fakat insan, bu dünyanın dışında mekân tutmuş soyut bir varlık değildir. İnsan, insanın dünyasıdır, yani devlettir, toplumdur. Bu devlet, bu toplum, dünyanın tersine dönmüş bilinci olan dini yaratır. Çünkü devletin, toplumun kendisi tersine dönmüş dünyadır.
“Din, bu dünyanın (bu tersine dönmüş dünyanın – YZ) genel teorisidir, ansiklopedik veri dökümüdür, popüler biçimdeki mantığıdır, manevi anlamda onur meselesidir, heyecanıdır, moral onaylanmasıdır, kutsal tamamlayıcısıdır. Din, bu dünyanın (bu tersine dönmüş dünyanın – YZ) mazeret ve tesellisinin evrensel temelidir. Din, insani öz sahici bir gerçeklik kazanamadığı için, insani özün fantastik biçimde gerçekleşmesidir. Bu nedenlerle, dine karşı mücadele, dolaylı olarak, ruhsal aroması din olan dünyaya (tersine dönmüş dünyaya – YZ) karşı mücadeledir.
“Dinsel ıstırap çekme, aynı zamanda hem gerçek ıstırabın ifadesidir hem de gerçek ıstıraba karşı protestodur. Din, ezilmişlerin of çekmesidir, kalpsiz dünyanın kalbidir, ruhsuz koşulların ruhudur. Din halkın afyonudur.
“Halkın illüzyon biçimindeki mutluluğu olarak dinin ortadan kalkmasını istemek, halkın sahici mutluluğunu talep etmek demektir. Halkı içinde bulunduğu koşullar hakkındaki illüzyonlarından vazgeçmeye çağırmak, illüzyonu gerektiren koşulları terk etmeye çağırmak demektir. Dinin eleştirisi, bu nedenle, dinin halelediği bu acılar vadisinin embriyonik eleştirisidir.
“Eleştiri, zincirlerin üstündeki hayali çiçekleri koparıp atıyor. Bunu, insanlar zincirleri fantezileri ya da tesellileri olmaksızın taşısınlar diye değil, fakat zincirlerin kendisini kaldırıp atsınlar ve sahici çiçeği çekip alsınlar diye yapıyor. Din eleştirisi, insanın illüzyonlarından kurtulup aklı başına gelerek kendi gerçekliğini düşünmesi, kendi gerçekliğini etkilemesi, kendi gerçekliğini biçimlendirmesi için, kendi gerçek güneşi olarak kendi çevresinde dönmesi için insanın gözünü açıyor. Din, insan kendi çevresinde dönmediği sürece, insanın çevresinde dönen aldatıcı bir güneşten başka bir şey değildir.
“Öyleyse tarihin görevi, gerçeğin öteki dünyası yok olup gittikten sonra, bu dünyanın doğrusunu ortaya çıkarmaktır. Tarihin hizmetindeki felsefenin acil görevi, insanın kendinden yabancılaşmasının kutsal biçiminin maskesi düşürülünce yabancılaşmanın kutsal olmayan biçimlerinin de maskesinin düşürülmesidir. Böylece, cennetin eleştirisi yeryüzünün eleştirisine, dinin eleştirisi hukukun eleştirisine, teolojinin eleştirisi siyasetin eleştirisine dönüşür.” (K. Marks, “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkıya Giriş”, 1844, Marks-Engels Toplu Eserler, İng., c. 3, s. 175.)
Dini zihninde yaratan insandır. Ama dini yaratan insan, içinde bulunduğu toplumun ürünüdür. O hâlde, dinsel bilincin tersine dönmüş bir bilinç biçimi olmasının nedeni, dinsel bilincin yansıttığı toplumun, yani dünyanın tersine dönmüş olmasıdır:
“İnsan, insanın dünyasıdır, yani devlettir, toplumdur. Bu devlet, bu toplum, dünyanın tersine dönmüş bilinci olan dini yaratır. Çünkü devletin, toplumun kendisi tersine dönmüş dünyadır.”
Dinsel bilinç, yansıttığı dünyanın tersine dönmüşlüğünü “yalan dünya” diye, “geçici dünya” diye şifreler. Asr-ı saadet menkıbeleri, ilahi adalet avuntusu, “öbür dünya”daki sonsuz mutluluk vaadi, şimdiki gerçek dünyada bir şeylerin ters gittiğinin kabulü anlamına gelir. Çoğu dinsel anlatı ve ritüellerin arka plânında fantastik bir insanca yaşam tasarımı vardır. Çünkü gerçek dünyada insanca yaşam yoktur. Din, acılar içindeki insanların insanca yaşam özlemini manen doyurma işlevi görür.
Din, insana aykırı toplumsal ilişkiler içine hapsolmuş insanın sahici insanlığı çaresizce arayışıdır. Çünkü bu tersine dönmüş dünyada “insani öz sahici bir gerçeklik” kazanamamıştır. Din, gerçek dünyada sahici insanlığı bulamayan insanın, özlediği insanlığı zihninde “fantastik biçimde” gerçekleştirmesidir.
Cahiliye devri zihniyeti, Marks’ın “din halkın afyonudur” sözünü cımbızlayarak aydınlanmacı kütlükle çarpıtmıştır: Din egemen sınıfların yığınlara enjekte ettiği zihinsel bir uyuşturucudur! Oysa paragrafın bütünü, Marks’ın başka bir şey söylediğini gösterir:
“Dinsel ıstırap çekme, aynı zamanda hem gerçek ıstırabın ifadesidir hem de gerçek ıstıraba karşı protestodur. Din, ezilmişlerin of çekmesidir, kalpsiz dünyanın kalbidir, ruhsuz koşulların ruhudur. Din halkın afyonudur.”
Yukarıdaki anlatıma göre, mevcut toplumda gerçek bir ıstırap çekilmektedir. Din, bu ıstırabı kendi fantastik anlatı ve ritüelleriyle hem ifade hem de protesto etmektedir. Din, ezilmişler açısından, bu kalpsiz dünyada tahayyül edilebileceği kadarıyla insanca özlemlerin paylaşılmasıdır. Alıntıdaki afyon metaforu, ezilmişlerin bu haksız dünyaya tahammül edebilmek için dinsel ritüellerde yan yana gelerek ruhen dayanışmalarını, çeşitli kolektif teselli pratikleri ve fantastik avuntularla çektikleri gerçek acıları bir nebze olsun hafifletmelerini anlatır.