
Daha önce çok denk gelmişizdir ihmalkarlıktan yanan evlere, yıkılan binalara. Yaşadığımız coğrafyada ihmale, tedbirsizliğe, iş güvensizliğine, haksızlığa, yolsuzluğa, her şeye alıştık biz. Eşyadır yanar, binadır yıkılır. Yerine yenisi alınır, daha sağlamı(!) yapılır.
Madencidir, ölür. Neden mi? Bu işin fıtratıdır çünkü bu. Madencinin kaderidir. Bu topraklar öyledir ki; bizler buralarda adım atarken biliriz ki topuk seslerimizi duyar aşağılardan. En derinlerden. Bu topraklar öyle acımasızdır ki; hastalıkları, nefes darlıkları, hep puslu havası. (Ama sorsan kopamaz kimse, memleket işte…) Emekçisi, hakkını alamayan emekçisi… Yüzler hep buruk, hep acı. Bu topraklarda ölüm var yıllardır, kader değil. Ölüm var; gün ışığı için. Ölüm var; yaşatmak için. Sadece ne yok biliyor musunuz? İş güvenliği yok, saygı yok, anlayış yok. Yapılan o kadar uyarıya rağmen alınmamış tedbirler var, bir de gözü yaşlı çocuklar. Gün yüzü görememiş babalarını sonsuz karanlığa uğurlamak zorunda bırakılan çocuklar…
2019’da yayımlanan sayıştay raporunda zaten her şey çok açık değil mi? Eminim ki okumuşsunuzdur. Ne yazık hala aklımız ile dalga geçmeye çalışan insanların var oluşu.
Şimdi sizlere soruyorum: Yıllarca bu uğurda can vermiş insanlar için, gün yüzüne hasret gözlerini kapatmış yüzlerce insan için, Soma’da, Zonguldak’ta, Bartın’da ve diğer maden ocaklarında hayatlarını vermiş insanlar için; bir çiçeğe dokunur gibi yaşamaya çalışırlarken sahiden kimde iyi ki vardılar?
Kaza mı? Kader mi?
Düpedüz cinayet.
Cİ-NA-YET!
Buyurunuz bu hafta haftaki şarkım; (tahmin ettiğiniz üzere) Grup Yorum-Madenciden.
Işıkla kalın…
Sevgiyle