
İnsanları göz göre göre ölüme terketmek… Bizde.
Kendi halkına yardım etmemek, tek başına bırakıp kendi kendilerinin yaralarını sarmasını beklemek… Bizde.
Zaten ağır vergilerle yaşamaya çalışan, yaşamak denilen şeyin sadece nefes almaktan ibaret olduğuna inandırılmış insanlardan iban paylaşıp para istemek… Bizde.
Ahlaksızlık, vicdansızlık ve hatta saf ve organize bir kötülük… O da bizde.
Yaşamak sadece nefes almak değildir. Hatta sadece nefes alıyor olmak (ya da alamamak) yaşamamakla eş değerdir bence. Bilinçsizle atılan her adım bizi biraz daha hayatsızlığa itiyor, ölüme bir tık daha fazla yaklaşıyoruz her seferinde. Verilmeyen her eğitim, sesi kısılan her öğretmen, her doktor, her avukat, her bilim insanının sessizliği bizi daha çok boğuyor. Bu ülkeden giden her verimli, başarılı insan ve bu ülkeye pervasızca alınan her yabancı insan hayat damarlarımızı biraz daha söküyor. Aptal değiliz, aksine fazlasıyla farkındayız her şeyin. 1 hafta önce birkaç bin kişiyle beraber daha çok farkındaydık. 1 hafta sayısından emin olamadığımız binlerce insan, akla gelince tüyler ürperten şekillerde can verdi. 1 hafta önce binlerce çocuğun, gencin, yaşlının, kadının, erkeğin bir sürü hayali vardı, umudu vardı. Bir gecede, bir buçuk dakika içinde yok oldu. Ha! Pardon belki de bazılarınınki 20 saat sonra kayboldu, bazılarının 25 saat sonra hatta belki de 30. Donarak, açlıktan, yorgunluktan, acıdan sızıdan. Bir umut yardım beklerken, çığlık atarken. (Yazımı yazdığım zaman henüz 30 saat geçmişti o büyük felaketin üzerinden. Düzeltme yapacak olursam sanırım 100 saatten sonra yazmam gerek.)
‘Haber okumayalım canımız sıkılıyor.’
‘Amaan yetti artık bu kötü haberler canımıza tak etti mutlu bir şeyler izleyelim.’
‘Kapatalım bu konuları artık.’
İzlemeyelim olur tabii, konuşmayalım. Biz konuşmayınca bitse keşke. Hayatımın herhangi bir döneminde kalbimin ve beynimin bu denli yorulduğunu bilmiyorum. İnsanların acılarını kendi acım gibi sahiplenmek huyumdur ama hiç tanımadığım, hayatı hakkında en ufak bir fikrim olmayan insanlar adına canımın bu kadar acıdığını, daha çaresiz ve bıkkın hatta öfkeli olduğumu da. Her şeye öfkeliyim, su gibi akıp giden yıllara, verilip tutulmayan sözlere, gittikçe daha çok fakirleşen halkıma, eğitimsiz nesile. (tam bunu dedikten sonra tekrardan ve ısrarla online eğitime geçilmesi…) Hepsine ve her şeye…
Bu zor günler elbet geçecek buna şüphe yok. Ama nasıl geçecek? Hiçbir acı sonsuza kadar kalmıyor ona da tamam ama bazı acılar da toprak olana kadar insanın yüreğini yakıyor. İşte öyle bir acı oldu bu da…
Bu günler geçtiğinde biz eski bizler olacak mıyız? Kendimize gelmek için ne kadar beklemek ve nelerin olması gerekecek? (2. Sorunun cevabı neyseki belli).
Sevgiyle kalın…